MENÜ
ANA SAYFA
x

2012 – TİHV Çalışma Raporu

2012 Çalışma Raporu

ÖNSÖZ

Türkiye’nin yeniden şiddete teslim olduğu son birkaç yıl içinde, her gün daha da artan oranda hak ihlalleriyle karşı karşıya kaldığımız, zor zamanlardan geçtiğimiz bir yılı daha geride bıraktık. Güvenlik adı altında insanların yok sayıldığı, katledildiği, terör örgütü üyesi sayılmak için bir puşinin yeterli olduğu, insan hakları mücadelesinin içindeki insanların cezaevlerinde rehin tutulduğu topraklarda insan hakları alanında emek vermek zor olduğu kadar, bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Ülke ikliminden öte bölge ikliminin de baharla sonbahar arasında gidip geldiği, özgürlükleri için mücadele edenlerin kolayca kurban saldırgan ilişkisini tersine çevirip, başını taşla ezerek insanları katledebildiği bu coğrafyaya katliam ve savaş pompalayıp, kâr elde etme hesapları yapan egemen şirket-devletlerin arasına katılma refleksi geliştirmiş olan siyasî iradenin sınırları yeniden çizmeyi de içeren politikalarıyla beslenen bir şiddet iklimindeyiz hanidir.

Bir türlü uyanamadığımız bir kabusun içinden geçiyoruz. Halkının üstüne bombalar yağdıran bir demokraside yılbaşı partileri yapılırken, ortaklaştıramadığımız yaslar tutuluyor ayrı zamanlarda. Kaçakçıların yasını tutmamak adına katillerin yasına gömülüyor insanlar. Uyanamadığımız bu kabusun içinde iktidarın eliyle, diliyle, eylemiyle gittikçe katmerlenen şiddet; yaşadığımız toprakları cehenneme çeviriyor günden güne. Cehennem ateşinde ısındığını zannedenlerse çoğunlukta.

Son birkaç yıldır Türkiye’de cezaevleri dolup taşıyor. Sabaha karşı ev baskınları aralıksız sürüp gidiyor. Binlerce insan kah puşi taktığı, kah ders verdiği ve illa KCK üyesi olduğu, olmasa bile “gözünün üstünde kaşı, zihninin bir yerinde mutlaka KCK ve tabiî ki PKK olduğu için tutuklanıp duruyor. PKK terör örgütünden sonra KCK terör örgütü, durmaksızın gelen terör örgütleri ve üyeleriyle tüm toplumu hedef alan bir terör halidir gidiyor.

Pozantı’da yaşananların yeniden gündeme gelmesiyle birlikte zayıf olan belleklerimiz, bir kez daha çocukların cezaevinde yaşamak zorunda bırakıldıkları dehşet verici şiddetle yüzleşmek zorunda kaldı. Unutmak acıyı azaltıyor besbelli ki, durmadan unutuyoruz. Ana akım kaynaklar pek dile getirmese de, köşelere sıkıştırsa da, memleket sathında bunca yaygın kullanılan sosyal ağlar bizi rahat bırakmıyor en azından. Unutmamıza izin vermiyor.

Bir tarafta unutkanlıklarımızla üstü örtülen, cezasızlık zırhıyla korunanlar, apoletleri yenilenip ödüllendirilenler ve karşısında insan hakları mücadelesini yılmadan sürdürenler var.

Beccaria “cezanın etkisi, onun ağırlığından ve vereceği acıdan çok, cezanın uygulanacağının kaçınılmaz olduğuna ilişkin inançta yatmaktadır” diyor kitabının “Suçluların Sığınma Yerlerinin Bulunması” başlıklı 35. bölümünde. Sığınma yerlerinin onları suça çağırdığını belirtiyor. Başına buyrukluk ve cezaların ağırlığının bu konuda tam bir karara varmasını engellediğini de ekliyor ancak cezasızlıkla sığınma yerinin varlığı arasında çok da fark olmadığını söylemeden edemiyor.

Pinochet için sığınma yeri gözetmemişti Garzon ve tutuklama emrini çıkarttığında tüm dünya halkları bu cezanın etkisini iliklerinde hissetmişti. Şili hükümetinin 2000’de diktatörüne kucak açması dahi bu etkiyi hafifletemiyor olmalı ki bu kez Şilili hukukçu Juan Guzman’la başlayan, Alejandro Madrid’le devam eden yargılamalar ölümünden birkaç gün önce yeniden ev hapsine alınmasıyla sonlanmıştı Pinochet’nin. Garzon o tutuklama emrini çıkarttığında, dünyayı da değiştirmişti böylece. Diktatörleri bağışık olmaktan çıkartmıştı. Oysa aynı Garzon’a şimdi İspanya başka cezalar biçme peşinde koşuyor. Devletlerin cezasızlığı her yerde korunuyor. Britanya Abu Qatada’yı işkence gördüğü Ürdün’e iade etmek için ona işkence uygulanmasında payı olan aynı Ürdün devleti tarafından verilen diplomatik güvenceyi yeterli görürken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu kararı destekliyor.

Dünyanın her yerinde halklar sokakları, kamusal alanları işgal ederken, onlara benzer bir düşmanlıkla ve kinle saldıranları da birlikte görüyoruz. Gösteri kontrol ajanları adı altında kullanılan zehirler bütün ülkelerde can alıyor, ama en çok da bu topraklarda olduğuna tanıklık ediyoruz.

Gerek dünya ölçeğinde gerekse de Türkiye’de insan hakları alanında yaşanan olumsuzlukların 2011 yılında daha da belirginleşmesiyle genel seçim sürecindeki gerilimli atmosfer, seçim sonrası daha da yoğunlaşan siyasî operasyonlar ve silahlı çatışma ortamı başvuru sayımızın da öngörülenden %60 daha fazla gerçekleşmesine neden oldu. Bu rakamları TİHV olarak ölüm orucu deneyimi dışında, ancak 1990’lı yıllarda görmüştük.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın yalnız bu topraklarda değil, bütün dünyada insan hakları ihlallerinin görünür kılınmasında verdiği mücadeleyle daha fazla bilinir olmasının, gezici ekiplerle temsilciliklerimize ulaşamayanlara ulaşma çabalarının da kuşkusuz bu sayıların artmasında payı var. Devletlerin “sözde” güvenlik algısındaki saldırganlığın ve onlarca yılın kazanımı insancıl hukuk belgelerini yok sayan tutumlarının da payını unutmadan.

Vakfımıza gönül ve emek verenlerin zor bir yılı daha geride bıraktığı, daha da zor olacağını öngörebildiğimiz yeni bir döneme adım attığı bugünlerde insan hakları mücadelesinde çoğalmaya, çoğalırken güçlenmeye ihtiyacımız çok açıktır. Bu mücadeleden alnımızın akıyla çıkmak için güçlerimizi ortaklaştıranlara sonsuz teşekkürler.

Şebnem Korur Fincancı

TİHV Yönetim Kurulu Başkanı