MENÜ
ANA SAYFA
x

TBMM Gündemindeki Cezaevleri Yasa Tasarısı, Yeni “Hayata Dönüş Operasyonları”nın Hazırlığıdır!

BASIN AÇIKLAMASI
10.02.2015

“İç Güvenlik Paketi” ile kolluk kuvvetlerini, kayıt dışı alıkoyma, işkence ve öldürme yetkisi ile donatmaya çalışan AKP Hükümeti, şimdi de cezaevlerinde infaz koruma memurlarına her türlü işkence ve öldürme gücünü bahşetmektedir. Anayasal, demokratik hatta vicdani hiçbir ilke gözetilmeksizin hazırlanan “Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı” derhal geri çekilmelidir!

Yıllardır cezaevlerinde ağır insan hakları ihlallerine yol açan kronikleşmiş sorunları görmezden gelen, tüm sorunu da Adalet Bakanlığı ile İç İşleri Bakanlığı arasındaki cezaevleri güvenliğine yönelik yetki paylaşımına indirgeyen AKP Hükümeti, 15 Ocak 2013’te “Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı”nı Meclis Başkanlığına sunmuştu. Tasarı, 27 Haziran 2014 tarihinde Adalet Komisyonundan geçti ve TBMM Genel Kurul gündeminde beklemektedir.

Tasarının genel gerekçesinde yer alan, “kişilerin iç dünyasına nüfuz eden yöntemlerle iyileştirilmelerinin ancak iç ve dış güvenliğin sağlanması ile mümkün olduğu” ifadeleri, toplumsal yaşamın her alanında Hükümet/Devlet ile yurttaşlar arasındaki ilişkiyi salt asayiş sorununa indirgeyen anti demokratik zihniyeti bir kez daha açıkça ortaya koymaktadır.

Oysa insan hakları açısından Türkiye’nin aynası olan cezaevlerinde karşı karşıya olunan ağır sorunlar ne asayiş ile ilgilidir, ne de mahpusluk hali iyileştirilmesi gereken bir hastalıktır.

Her şeyden önce mahpusluk hali, iktidarların yanlış siyasal, ekonomik ve sosyal politikalarının sonucu karşı karşıya kalınan bir toplumsal sorundur. Bu hatalı politikalar, suçun kaynağını oluştururken, hapsederek cezalandırmak da suçu hiçbir şekilde önleyememektedir. Nitekim AKP iktidarının da yıllardır uyguladığı liberal ekonomik ve sosyal politikalar sonucunda suç oranları artmış ve iktidara geldiğinde cezaevlerinde bulunan tutuklu/hükümlü/hükümözlü sayısı 59 bin 429 iken bu sayı yıllar içinde muazzam bir artış göstererek 2015 yılının Ocak ayı itibariyle 158 bin 537’ye ulaşmıştır. Bu aşırı doluluk hali güvenlikten çok daha önemlidir ve sorun daha fazla cezaevi inşa etmekle ya da güvenlik tedbirleri almakla değil, her anlamda ve alanda insan haklarına uygun politikalar üretmekle çözülür.

Evet, cezaevlerinde ciddi yaşam hakkı ihlalleri de yaşanmaktadır: TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre cezaevlerinde 2014 yılı itibariyle en az 46 kişi yaşamını yitirmiştir. Ancak, bu ölümler sadece asayiş yetersizliğinden değil, daha çok devletin asli görevi olan koruma yükümlülüklerini yerine getirmemesi sonucu işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, intihar vb nedenlerle yaşanmıştır.

Cezaevlerinde yaşanan ciddi sorunların başında sağlık sorunu gelmektedir. Yıllardır insan hakları savunucuları olarak tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde gerekli tıbbî personel ve araç-gerecin bulunmaması nedeniyle tıbbî yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığını hep söylemekteyiz. Halen cezaevlerinde ağır hastalıkları olan ve serbest bırakılarak tedavi edilmeyi bekleyen 247’si ağır olmak üzere toplam 649 hasta mahpus bulunmaktadır.

Bu sorun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) de taşınmıştır. Mahkeme, 05 Mart 2013 tarihinde aldığı “Gülay Çetin/Türkiye” kararı ile ağır hastalığı olan tutukluların korunmasına yönelik mevcut düzenlemeleri yeterli bulmayarak Türkiye’yi işkence yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum etmiştir. Ancak, kararın gerekleri yerine getirilmemektedir: Ne hastalığı olan tutukluların korunmasına yönelik mevcut düzenlemeler iyileştirilmekte, ne de ağır hasta hükümlülerin cezalarının infazı ertelenmektedir. Daha da vahimi, her ne kadar 2014 yılının Haziran ayında “ağır ve somut tehlike” şeklinde bir ölçüt getirilmiş olsa da 24 Ocak 2013 tarihinde kabul edilen 6411 Sayılı Kanun ile hasta hükümlülerin infazının geri bırakılması “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi” koşuluna bağlanmıştır. İlginç değil mi? Karşımıza yine güvenlik paranoyası çıkıyor. Bu yasaya dayandırılarak maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporlarıyla dahi tespit edilen pek çok hasta tutuklu ve hükümlünün dosyaları Savcılıklar önünde bekletilmekte ya da reddedilmektedir. Bu, hukuken de vicdanen de kabul edilemez bir durumdur.

Öte yandan 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmektedir. Bu durum onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasarlara yol açmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı‘nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) yürürlükte olmakla birlikte etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamakta, izolasyon sorunu devam etmektedir.

Halen cezaevlerinde 3 bin 493 çocuk tutuklu/hükümlü/hükümözlü bulunmaktadır. Bu sayı 2013 yılında ise 1878 kişi idi. İşkence ve kötü muamele, tecavüz, istismar şikâyetlerinin ve intihar olaylarının yoğun olduğu çocuk cezaevleri çok ciddi bir sorun alanıdır. Bir kez daha tekrarlamakta yarar var; Çeşitli disiplinlerden bilimsel araştırmalar genelde cezalandırmanın özelde ise kapatmanın suçu önleyici ya da eğitici hiçbir etkisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle insanlık dışı bir uygulama olan çocuk cezaevleri ivedilikle kapatılmalıdır.

Hal böyle iken cezaevlerinin şeffaflaşmasını, sorunların tespit ve çözümüne imkân sağlayacak, olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil denetime açılması yönünde maalesef hiç bir gelişme de yoktur. 4681 sayılı Ceza İnfaz Kurumları İzleme Kurulları Kanununa göre izleme kurulları kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşleri alınarak adli yargı adalet komisyonunca re’sen seçilmektedirler.

Buraya kadar dile getirdiğimiz sorunları aşağıda eleştirisini yaptığımız Tasarı ile birlikte düşündüğümüzde cezaevlerinin bağımsız ve sivil denetiminin ne denli önemli olduğu açıktır. Adalet Bakanlığına bağlı çalışacak iç güvenlik ve dış güvenlik birimlerinin yanı sıra bu görevlilerden oluşturulan müdahale biriminin de kurulması öngörülen bu Tasarı ile;

1- Göz yaşartıcı gaz, basınçlı su, ateşli silah temel müdahale ekipmanı haline gelmektedir. Kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre toplumsal olaylarda kullanılan göz yaşartıcı kimyasal maddeler, yakın mesafeden, kapalı alanda ve aşırı miktarda kullanılması halinde kimyasal silah olarak değerlendirilmektedir. Kapalı alanda ve kontrol altına alınmış kişilere karşı kesin olarak kullanılması yasaklanmış olan göz yaşartıcı kimyasal gaz ile izolasyon amaçlı inşa edilmiş dar mekanlarda basınçlı su kullanılması kesinlikle işkence yasağının ihlali olacaktır.

2- Güvenlik görevlilerine “asayişi bozan olayları önlemek”, pasif direniş göstermek gibi hiçbir sınırı tanımlanmayan hallerde, kademeli ve artan ölçüde zor kullanma yetkisi verilmektedir. Hiçbir uyarı yapılmaksızın zor kullanılmasının mümkün kılındığı Tasarıda, acil hallerde güvenlik görevlisinin hangi aracı ne dereceye kadar kullanacağına dair takdir hakkı olduğu ifade edilmektedir. Acil olan ve acil olmayan ayrımının yapıldığı Tasarı ile cezaevlerindeki gündelik işleyişin sadece şiddete dayalı olması yasal zemine kavuşturulmaktadır. Bunun gibi, zor kullanma yetkisi başlığı altında kelepçeli sevk ve nakil uygulaması da esas hale gelmektedir. Sevk işlemlerinin işkence uygulamasına dönüşmesi nedeniyle sağlık haklarından feragat eden mahpusların; nakil sırasında cezaevi aracında çıkan yangın sonucu kilitli kapılar açılmadığı için yanarak yaşamını yitiren mahpusların ülkesinde, mutlak olarak yasaklanmış işkence yasağına uyulmayacağı da resmen ilan edilmektedir.

3- Müdahale birimi ve dış güvenlik görevlileri, cezaevi içine ateşli silahla girebilecektir. Silahla müdahale gerektiren olaylar için tanınan bu yetki, “karşı koymaya elverişli eşyaların teslim edilmesi istendiği halde teslim edilmemesi” de dahil olmak üzere her an mahpusların yaşamlarını tehdit edecek dahası yaşamlarını ortadan kaldıracak bir yetkiyi yasal hale getirmektedir.

Uyarı amacıyla ateş edileceği, kişinin eylemine son vermemesi halinde “ölçülü” ve “orantılı” şekilde ateş edilebileceği, dış güvenlik görevlilerin kendilerine karşı silahlı saldırıya teşebbüs edilmesi halinde “duraksamadan” ateşli silah kullanabileceği düzenlenmektedir. Özellikle görevlinin ateşli silah kullanmasına işaret eden maddede, ateşli olup olmadığına bakılmaksızın kendisine silahla saldırı teşebbüsü olması ihtimali düzenlenmektedir. Sapanın silahtan sayıldığı yeni “güvenlik” rejiminde cezaevlerinde yargısız infazlar için her türlü aracın devlet eliyle sağlandığı açıktır.

4- Cezaevinde “asayiş ve düzeni önemli ölçüde bozan yaygın direniş ve şiddet hareketleri veya benzeri ciddi tehlike yaratan hallerde”, kolluk kuvvetlerinin de görevlendirileceği düzenlenmektedir. Cezaevi operasyonlarının yasal zeminini açıkça kuvvetlendiren bu düzenleme ile cezaevlerinde gerçekleşmiş katliamların hiçbir hesabını vermemiş olan Devlet, bugün ve gelecek için de sorumsuzluğunu açıkça ilan etmektedir.

5- Ceza İnfaz Kanununun 86. maddesine eklenen yeni düzenleme ile mahpusların ziyaretçileriyle görüşme içerikleri kayıt altına alınabilecektir. Hiçbir mahremiyet ilkesine uymayan bu düzenleme ile kişilik hakları ayaklar altına alınacaktır. Böylelikle zaten ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezaları ile kullanılmaz hale getirilmiş olan “görüşme hakkı”, bu düzenleme ile fiilen kullanılmak istenilmeyen bir hakka dönüşecektir.

6- Güvenlik görevlilerinin soruşturulması ve kovuşturulmasında genel hükümlerin geçerli olduğu düzenlenmekle birlikte, tüm görevlilerin kimlik bilgilerinin gizli tutulacağı öngörülmektedir. Cezaevinde gerçekleşen hiçbir işkence eyleminin etkin soruşturulmadığı, cezasızlığın temel olduğu bir hukuk rejiminde, yetkileri yönünden sınırsız hale gelmiş olan faillerin yasayla gizlilik zırhına kavuşturulması hesap verilebilirliği tümüyle imkânsız hale getirecektir.

7- Nakil araçları ve hastanelerdeki mahpus koğuşları da dahil olmak üzere güvenlik görevlilerine arama yetkisi verilmektedir. Temel amacı yıldırma, cezalandırma haline gelmiş olan, hiçbir mahremiyet ilkesini gözetmeyen arama uygulaması mahpusların her an ve her yerde maruz kalacakları bir muamele haline gelecektir.

8- Türk Ceza Kanunun 297. maddesinde değişiklik öngörülmekte ve cezaevi yönetiminin takdirine bırakılacak şekilde “suç örgütlerini temsil eden yayın, afiş, pankart, resim, sembol, işaret, doküman ve benzeri malzemeleri” cezaevine sokan, cezaevinde bulunduran veya kullanan kişilere hapis cezası verileceği düzenlenmektedir. “Örgütsel doküman hazırlandığı” iddiasıyla kırmızı kalem kullanımına dahi izin verilmeyen cezaevlerinde “düşünce ve ifade özgürlüğü” de bu düzenleme ile ortadan kaldırılacaktır.

Sonuç olarak,

Siyasal iktidar, uyguladığı liberal ekonomik ve sosyal politikalar, yanı sıra çıkardığı “İç Güvenlik Paketi” gibi yasalar ile “suçlu yurttaş” sayısını arttırarak ve bunları kapatmak için her geçen gün daha çok sayıda cezaevi inşa ederek ve güvenlik personeli istihdam ederek bir bütün olarak ceza ve infaz sitemini kârlı bir sektör haline getirmiştir. Elbette “Cezaevi Güvenlik Tasarısı” ile de bu sektörün güvenliği sağlanmak istenmektedir. Daha derinde yatan neden ise her ne pahasına olursa olsun kendi iktidarını sonsuza kadar sürdürme ihtirasıdır. Bunun için de bir süreden beri topluma adım adım bir olağan üstü hal rejimi dayatılmaktadır.

Dolayısıyla aslında cezaevlerinin güvenlik sorunu yoktur. Cezaevlerinde aşırı doluluk, ciddi sağlık, eğitim, düşünce ve ifade özgürlüğü ve mahpusların, işkenceye uğramak ya da öldürülmek korkusu olmadan yaşamlarını sürdürememek sorunu vardır. Mahpusların her anlarını şiddet tehdidi ve ölüm korkusuyla geçirmelerine yol açacak bu Tasarı ile olağan üstü hal rejimi daha da derinleştirilmek istenmektedir. Hiçbir evrensel insan hakları ilkesi; Anayasal, demokratik hatta vicdani ilke gözetilmeksizin hazırlanan bu Tasarı, hiçbir şekilde kabul edilemez. Derhal geri çekilmelidir!

Türkiye İnsan Hakları Vakfı

TİHV’in ‘Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı’na ilişkin değerlendirmesini indirmek için tıklayınız.