Teşhis ve Tedavi Önündeki Engeller Zinciri ve Kanser Hastası Murat Ekin’in Durumu
Murat Ekin’den 25 Nisan 2014 tarihinde bir mektup aldık. Bu mektubunda rahatsızlıklarını anlatmakta ve hastalığının teşhisi konusunda yaşadığı zorlukları dile getirmekteydi. Ekin’in anlatımlarına göre; girişimleri ve çabaları sonucu akciğer tomografisi çektirebilmiş, sol ciğerinde nodüller ve 1.5 cm büyüklüğünde bir kist teşhis edilmiş, doktorlar kanser riski olduğunu söyleyip biyopsi yapılmasını isterken bulunduğu ildeki üniversite hastanesi “işlerimiz yoğun” diyerek bunu reddetmiş, Ekin yine kendi girişimleri sonucu Ankara’ya sevkini çıkarttırmış ancak orada da sadece kan tahlili yapılıp çeşitli randevu tarihleri verilerek Bolu F Tipi Hapishanesi’ne geri yollanmış. Murat Ekin’in mektubu geldiğinde 3 aydır hastalığını teşhis ettirmeye çalışıyordu ve hala biopsi yapılmasını beklemekteydi. Ancak arkadaşlarının yazdığı 10 Haziran tarihli mektuptan öğrendik ki Ekin aylar sonra biopsi yaptırabilmiş ve kanser olduğu açığa çıkmış. Üstelik de doktorlar hastalığının 3. aşamada olduğunu ve umut olmadığını söylemekteymiş. Bu son mektuptan sonra Murat’ı ziyaret eden avukat ve aileler ise hastalığın 4. aşamaya geçtiği bilgisini ilettiler.
Ekin anlattıkları gösteriyor ki hastalığının teşhisi bir ihmaller ve ilgisizlikler zinciri nedeniyle 5 ayı aşkın bir süre geciktirilmiştir. Kanser gibi bir hastalıkta 5 ay oldukça önemli bir süredir. Ve Ekin mektubunda eğer dışarıda olsa hastalığını teşhisin bu kadar gecikmeyeceğini ve hapishanelerde bu tür gecikmelerin yaygın olduğunu söylemektedir:
“Cezaevinde olduğum için üç aydan uzun bir süredir hastalığıma henüz bir teşhis konulamadı. Bunun nedeni geciktirme, erteleme, randevular arası uzun zaman farkı, istediğin ve ihtiyaç duyduğun zaman doktora, hastaneye gidememe ve değişik tahlillerin değişik zamanlara yayılarak yapılmasıdır. Oysa ki dışarıda olmuş olsaydım tüm bu işlemlerin hepsi 10-15 gün içinde yapılabilirdi. Kanser gibi ölümcül bir hastalıkta erken teşhis ve tedavinin önemi bilinmesine rağmen tüm bu geciktirmelerin bir mağduru ve örneği de benim. Eğer hastalığıma kanser teşhisi konulursa –ki bu yüksek bir olasılıktır- dört ay gecikmeli teşhisin nedeni cezaevinde olmam ve ilgili kurum ve kişilerin yaklaşımlarıdır. Benim yaşadığım bu tür sorunları birçok arkadaşımın da yaşadığına yıllarca tanık oldum.”
Türkiye hapishanelerinde, Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı mahpus ölüm sayıları dikkate alındığında (2011: 321, 2012: 346, 2013: 316) son üç yıl içinde her hafta en az 6 ölüm yaşandığı görülecektir. Bu ciddi bir sayıdır. Bu rakamlar göstermektedir ki Murat Ekin’e yaşatılanlar, bu ihmaller ve ilgisizlikler zinciri, teşhis ve tedaviye erişim hakkı konusundaki sorunlar “istisna” değildir. Türkiye Adalet Bakanlığı, hükümet, parlamento başlıca sorumlusu olduğu bu ölümleri engelleyici adımlar atmak zorundadır.
Bu adımların ilki Murat Ekin’i ve ağır hasta diğer mahpusları tahliye etmek ve dışarıda tedavilerine olanak sağlamaktır. Bir diğer önemli adım ise ilgili sivil toplum örgütlerinden ve meslek kuruluşlarından oluşturulacak bir heyete hapishaneler girme ve hasta mahpusları tespit edebilme olanağının tanınmasıdır. Ancak bu sayede Türkiye’deki hasta mahpusların tam sayısına ve tablosuna ulaşılabilecek ve bu gerçeklik üzerinden politika üretilebilecektir.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), Dışarıda Deli Dalgalar İnisiyatifi, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği (ESHİD), Görülmüştür.org, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi (İHD), Mahsus Mahal Derneği, MAZLUMDER Cezaevi Komisyonu, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV),Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)
Ekin’in mektubunun ilgili bölümünü kamuoyuyla paylaşıyoruz:
Rahatsızlıklarım şunlardır: Varis, bel fıtığı, bağırsak tembelliği, reflü, faranjit, kolestrol yüksekliği (sürekli). Ayrıca ağır akciğer hastasıyım. Üç ay önce sesim kısıldı ve uzun süre düzelmedi. Cezaevi doktoru “faranjittendir” dedi. Sesim düzelmeyince tekrar doktora çıktım. “Burnundaki tıkanıklıktan olabilir” dedi. En son devlet hastanesine kulak-burun-boğaz bölümüne sevk edildim. Doktor muayenesinde “sol ses tellerimin hiç çalışmadığı, akciğerimde ciddi bir sorun olduğu” tespiti yapıldı. Göğüs hastalıkları uzmanı muayene etti ve akciğer tomografisi çekildi. 2 Nisan 2014 tarihinde tomografi sonucu bana söylendi. Tomografi sonucuna göre sol akciğerimde nodüller var ve ayrıca 1,5 cm büyüklüğünde bir kitle (kist) var. Bolu’daki “İzzet Baysal Üniversite Hastanesi”ndeki tomografimi inceleyen doktor “kanser olabilir, biyopsinin yapılması gerekir” demesine rağmen bu hastane biyopsi için bana randevu vermedi. Israrlı girişimlere ve kanser olabilir erken teşhis yapılması gerekir denilmesine rağmen İzzet Baysal Üniversite Hastanesi “işlerimiz yoğundur” gerekçesiyle teşhis ve tedavi için hiçbir şey yapmadı. Teşhis ve tedaviyi geciktirdi. Dolayısıyla sevkimi Ankara Numune Hastanesi’ne yaptırdım. Numune de beni sanatoryum hastanesine sevk etti. Göğüs hastalıkları uzmanı beni muayene etti ve beni hastaneye yatırmak istedi fakat mahkumlar koğuşunda veremli bir hasta yattığından beni yatırmadı. Kan alıp çeşitli randevular verip Bolu’ya geri yolladı. Biyoskoskopi, biyopsi, beyin emarı ve radyoloji için randevularım var. Yani en az dört defa Ankara’ya gidip gelmek zorundayım. Hastalığıma bu incelemeler, tetkikler sonucunda teşhis konulacak fakat akciğer kanseri ihtimalinden bahsediliyor. Tüm bu muayeneler sonucu ne olur bilemiyorum. Hastanede tek bir mahkum koğuşu olması ciddi bir sorun ki bazı hastanelerde mahkum koğuşu bile yok. Benim örnekte de görüldüğü gibi vermeli bir mahkum yattığından dolayı ben yatırılmadım ve 10 gün içinde 4-5 defa Bolu’dan Ankara’ya ring ile götürülüp getirileceğim. Hastanede ring içinde kelepçeli bir şekilde bekletiliyorum. Ayrıca ringin içi de hijyenik değil, sağlık açısından oldukça kötü. Aynı ring ile sürekli bir çok hasta götürülüp getirildiğinden ve temizlenmediğinden çelişti hastalıkların bulaşma riski yüksek.
Şimdilik sağlığım ise pek iyi değil iki aydan beri ciğerlerim ağrımakta; yüz el ve ayaklarımda çeşitli lekeler çıkmaktadır.
Yaşanan sorunlardan bir diğeri ise kelepçeli tedavi sorunudur. Bazı doktoralar kelepçeyi açtırmadan muayene yapmayı dayatıyorlar. Bu durum hem insan onuruna aykırıdır hem de psikolojik bir baskıyı ifade ediyor.
Cezaevinde iken doktora çıkma ve revire götürülmede zaman zaman sıkıntılar yaşanmaktadır. Bazen aynı gün revire çıkarılsak da bazen de bir hafta gecikmeli olarak çıkarılmaktayız. Cezaevinde tek bir doktor olduğundan ve çeşitli alanlarda uzaman doktor olmadığından teşhis ve tedavide bazen yanlışlıklar olmakta, isabetsiz tespitler yapılmaktadır. Üç aya yakın ses kısıklığıma cezaevi doktorları uzun süre teşhis koymaması buna örnektir.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığım örneklerde de görüldüğü gibi cezaevinde olduğum için üç aydan uzun bir süredir hastalığıma henüz bir teşhis konulamadı. Bunun nedeni geciktirme, erteleme, randevular arası uzun zaman farkı, istediğin ve ihtiyaç duyduğun zaman doktora, hastaneye gidememe ve değişik tahlillerin değişik zamanlara yayılarak yapılmasıdır. Oysa ki dışarıda olmuş olsaydım tüm bu işlemlerin hepsi 10-15 gün içinde yapılabilirdi. Kanser gibi ölümcül bir hastalıkta erken teşhis ve tedavinin önemi bilinmesine rağmen tüm bu geciktirmelerin bir mağduru ve örneği de benim. Eğer hastalığıma kanser teşhisi konulursa –ki bu yüksek bir olasılıktır- dört ay gecikmeli teşhisin nedeni cezaevinde olmam ve ilgili kurum ve kişilerin yaklaşımlarıdır. Benim yaşadığım bu tür sorunları birçok arkadaşımın da yaşadığına yıllarca tanık oldum.