MENÜ
ANA SAYFA
x

Şebnem Korur Fincancı Yazdı: “Akdeniz”

02.01.2017

Şebnem Korur Fincancı’nın 2 Ocak 2017 tarihinde Evrensel Gazetesi’nde yer alan köşe yazısı…

Yeni yılın ilk saatlerinde Şebnem İşigüzel’in “Ağaçtaki Kız” romanını bitirirken, Ankara’nın ilk bombalı katliamında dökemediğim gözyaşlarıyla kapattım kitabı. Orada parçalanmış, delik deşik edilmiş hayatların arasında yaşayamadığım acıyı, tutamadığım yası bahşeden sanat olmasa bu zorluklarla nasıl baş ederiz diye düşünürken ve 2017 için daha az acı, katliamsız günler dilerken geldi katliam haberi. Ardından gelen bir soru: “Nasıl yaşayacağız biz bu ülkede?” demiş yaralılardan biri…

Nasıl yaşayacağız sahiden? Temmuz 2015’den beri yalnız bombalarla neredeyse 500’e ulaşan ölümün sorumluları elini kolunu sallayarak aramızda dolaşırken, yeni ölümlere kapıları ardına kadar açan söylemleri üzerimize boca ederken bu soru içime işliyor. Çocuklar ölmesin diyenlerin hedef gösterildiği, barış isteyenlerin hapsedildiği, hakikati dillendirenlerin suçlu ilan edildiği ve Arendt’in “totaliter yönetimlerde ideal özne ikna edilmiş taraftar değil, olgu ile kurgu, doğru ile yanlış arasındaki farkı yitirmiş insanlardır” ifadesinde yerini bulan bir toplum içinde insanlık değerlerini inadına savunarak, hakikati haykırarak yaşamaya mecburuz oysa.

Sanatla, Platon’un hayatın taklididir dediği sanatla insanca bir yaşamı anlatılarıyla, çizgileriyle, renkleriyle, sahneleriyle yeniden yaratanların bizlere bahşettiği armağanları çoğaltarak, bu armağanların çoğalması için daha fazla alan açıp koruyarak.

İlhan Koman’ın o nefes kesici güzellikteki heykellerinin, en sevdiklerimden biri olan “Akdeniz” heykelinin peşini bırakmamalıydık örneğin. Akdeniz’i ölüm denizine dönüştürenleri görüp, bu topraklarda güzel insanların varlığını, dalga dalga üzerimize yayılan sevgiyi, binlerce yıllık ana tanrıça heykelciklerinden süzülerek çağımıza sunulmuş bu armağanı sarıp sarmalamak yerine bize aktardığı o kucaklayıcı sevgiyi parçalamaya çalıştıklarında fark etmeliydik tehlikeyi. Sopalarla sergi açılışlarına saldıranların cezasızlığına daha kuvvetli itiraz edebilmeliydik.

Bu topraklarda sürdürülen cezasızlık kültürüyle baş edebilmeliydik. Cezasızlığı hâkim kılıp, yasalarla meşrulaştıranların işledikleri suçları teşhir edenleri, o güzelim “Akdeniz” gibi kucaklayıp koruyabilmeli, kapılarına mühür vurmaya geldiklerinde karşılarında bütün gücümüzle durabilmeliydik. Yetemedik!

Ah o ateş hiç düşmese, yakmasa insanlığımızı, hissedebilseydik başka başka yerlere düşen ateşleri, çünkü ateş bu sert boranda bir gün hepimizi tutuşturur, görebilseydik.

Yeniden bu köşede sevgili ağbim, yol göstericim, insan hakları öğretmenlerimden Yavuz Önen’in sözü düşüyor aklıma işte. “Ateş düştüğü yeri yakar ve biz ateşin düştüğü yerdeyiz”. İnsan hakları savunucuları ateş nereye düşerse oradadır. Ayrım yapmadan, düşen ateşi söndürmenin, yanıkları onarmanın peşindedir. El birliği etmeli düşen ateşlerin peşinde, düşmeden söndürmenin peşinde olmalıyız ateşlerin o zaman.

Bu yıl ölümlerle bizi yalnızlaştırmalarına inat daha fazla birlik olmanın, “Akdeniz”i, o dalga dalga kucaklayan kadını yaratan İlhan Koman’ın “ İnsanın kucaklaşması, sevgisi anlatılırken Akdeniz aklıma geldi. Akdeniz büyüktü, bizden bir denizdi. Kucak açmayı bu adla anlatmak istedim. Sevgiyi ve kucaklaşmayı anlatırken bir kadının bütünlüğünden yararlanmak istedim.” diye anlattığı heykelini var eden parçalar gibi yan yana ve kucaklayıcı olmanın ama en çok sanatın ve insanlığımızın yılı olsun.