MENÜ
ANA SAYFA
x

Vahşetinizin sınırı var mıdır?

BASIN AÇIKLAMASI
11.07.2013

19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz adlı üniversite öğrencisi 2 Haziran 2013 tarihinde Eskişehir’de gerçekleşen Gezi Parkı protestolarına yönelik polisin biber gazlı müdahalesinden kaçarken kimliği belirsiz kişilerce saldırıya uğramış ve başına aldığı darbeler sonucu ağır yaralanmıştı. 36 gün komada kalan Ali İsmail Korkmaz doktorların tüm çabalarına karşın yaşamını yitirdi. Yakınlarının acısını paylaşıyor ve tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyoruz.

Hatırlanacağı gibi polis ile birlikte hareket eden eli sopalı sivil kişiler tarafından Gezi Parkı protestocularına yönelik saldırılar Eskişehir‘in yanı sıra başta İzmir, İstanbul, Antalya ve Adana olmak üzere pek çok ilde yaşanmıştı. Bu saldırılar sonucu linç düzeyinde kaba dayağa maruz kalan çok sayıda yurttaşımız ciddi ve ağır bir şekilde yaralandı. İzmir Valisi ve Emniyet Müdürü tarafından polis oldukları kabul edilen bu eylemlerin failleriyle ilgili onlarca fotoğraf ve video görüntüsünün, MOBESE kaydının ve yapılan suç duyurularının varlığına rağmen henüz hiçbir etkin adım atılmamış, soruşturma yürütülmemiştir.

Üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ı ölüme götüren olayda da Eskişehir Cumhuriyet Savcılığı bir soruşturma başlatılmış ise de sorumlular henüz belirlenememiştir. Bu ülkemizde geçmişten beri süregelen cezasızlık kültürünün somut göstergesinden başka bir şey değildir. Nitekim pek çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında belirtildiği gibi Türkiye’de başta işkence olmak üzere bir hak ihlalinin faili polis memuru olduğunda soruşturma gerektiği gibi yerine getirilmemekte ve çoğu zaman suçun faili cezasız kalmaktadır. Henüz 09 Temmuz 2013 tarihinde AİHM’in verdiği 20129/07 başvuru numaralı Subaşı ve Çoban-Türkiye kararında da görüldüğü üzere Türkiye Cumhuriyeti, polis şiddeti bahis konusu olduğunda bağımsız, tarafsız ve etkili bir soruşturma yürütmeyerek işkence yasağını ihlal etmektedir.

Ne var ki başta Başbakan olmak üzere her düzeyden yetkili en başından beri sokağa çıkan milyonlarca protestocuyu, “ gösteri haklarını” ve “ifade özgürlüklerini” kullanan vatandaşlar olarak değil de suçlu kişiler olarak gösteren/kriminalize eden söylem ve tutumlar içinde olmuşlardır.  Bu yaklaşım,  6 kişinin yaşamını yitirmesine,  8 binden fazla kişinin yaralanmasına, işkence görmesine yol açan vahşet boyutundaki polis/devlet şiddetini örtbas etme, meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir.

Bu çabanın en son örneği ise 8 Haziran 2013 tarihinde “Taksim Dayanışması Grubu üyesi” 48, toplamda 82 kişinin gözaltına alınması ve “Taksim Dayanışması Grubu üyesi” 5 kişinin evlerinde arama yapılması olmuştur. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden Mimar Mücella Yapıcı, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin, Ender İmrek, Ongun Yücel ve Haluk Ağabeyoğlu’nun gerek gözaltına alınış gerekçesi ve biçimi, gerekse evlerinde arama yapılması her bakımdan hukuk dışıdır ve bu kişilerin şahsında “Taksim Dayanışma Grubunu”  kriminalize etme amacı taşımaktadır. Gönüllü sağlık hizmeti veren sağlıkçılardan ve gönüllü hukuk hizmeti veren avukatlardan sonra şimdi de aynı hukuk dışı tutumla mimarlar, mühendisler ve şehir plancıları toplum yararına bilim ve teknoloji üretim alanından uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Anayasa ile varlığı güvence altına alınmış TMMOB ve bağlı meslek odalarının yine ¨torba yasa¨uygulaması ile projelere vize ve onay verme yetkileri ellerinden alınmakta ve tüm toplum kesimlerinin yaşamına müdahale etme gayesiyle hareket eden siyasal iktidar kendini denetimsiz kılmaya çalışmaktadır.

Gelinen noktada, başta yaşam hakkı ve işkence yasağı ihlalleri olmak üzere toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü, ifade özgürlüğü, özel yaşamın dokunulmazlığı, basın özgürlüğü, çocuk hakları vb hak ve özgürlükler ağır biçimde ihlal edilmiştir. Uluslararası/evrensel hukuk,  özellikle yaşam hakkı ihlallerini ve işkenceyi mutlak olarak yasaklar. Devletler, bu yasağa uymakla yükümlüdürler ve savaş dâhil hiç bir olağanüstü durumda bu yasağa aykırı davranamazlar.  Oysa yaşanan polis şiddetiyle bu yasaklar ihlal edilmiş, sadece yasalar ve Anayasa açısından değil evrensel hukuk açısından da ağır bir suç işlenmiştir. Başbakan polise emri verenin bizzat kendisini olduğunu söyleyerek bu suçu işlediğini itiraf etmiştir.

Hal böyle iken barışçıl ve demokratik eylemlerle kent hayatına katılım, ifade özgürlüğü, örgütlenme ve gösteride bulunma haklarını kullanan “Taksim Dayanışma Grubu” üyelerini kriminalize etme, itham nesnesi haline getirme çabaları hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu tür girişimler ile  “Taksim Dayanışma Grubu” üyeleri üzerinden tüm topluma gözdağı verilmek istenmektedir. Bu nedenle gözaltındaki “Taksim Dayanışma Grubu” üyeleri derhal salıverilmeli, haklarında açılmış soruşturmalar takipsizlikle sonuçlandırılmalıdır.

Asıl yapılması gereken bu tür düzmece gözaltı ve soruşturmalar yerine binlerce yurttaşımıza şiddet uygulayarak yaşam hakkı ihlali ve işkence yasağını çiğneyen suçluların derhal bulunması, yargı önüne çıkarılması ve cezalandırılmasıdır. Zira insanlık onuruna saygı, vicdan ve gerçek demokratlık mutlak olarak bunu gerektirir.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı