MENÜ
ANA SAYFA
x

İnsan Hakları Dokunulamaz, Devredilemez, Ertelenemez Bir Bütündür Ve Evrenseldir!

ORTAK AÇIKLAMA
09.12.2015

                                            09.12.2015

İnsan Hakları Dokunulamaz, Devredilemez, Ertelenemez Bir Bütündür Ve Evrenseldir!

Barış Bir İnsan hakkıdır, Barış İstiyoruz!

 

Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler (BM)  tarafından kabul edilişinin 67. yıldönümü.

İnsanın sahip olduğu onur ve değerin haklara kaynaklık ettiği ve bu hakların evrensel olduğu fikrini temel alan Evrensel Bildirge’nin kabulü, insanlık için büyük bir kazanımdır.

10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Evrensel Bildirge’nin başlangıç bölümünde insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünemez ve devredilmez hakların tanınmasının, dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu, eğer hakları korunamıyor ise herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalabileceği belirtilmiştir.

Buna karşın günümüzde Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır.

Bu nedenle dünyanın hemen her yerinde halklar ve toplumlar, Devletler veya devlet gibi hareket eden organizasyonlar tarafından uygulanan politikaların insan hakları değerlerinde yarattığı aşınmaya ve tüm bastırma çabalarına karşı direnme haklarını kullanarak insan hakları ve değerlerini korumak için etkili bir şekilde mücadele ediyorlar.

Yıl boyunca dünyanın pek çok yerinde yine askeri darbeler, iç çatışmalar, savaşlar ve işgaller nedeniyle başta yaşam hakkı, işkence yasağı ihlali, insanlığa karşı suçlar, soykırımlar ve kitlesel göçler olmak üzere çok ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Ancak 2015, yaşam hakkı ihlalinin yaygın ve yoğun yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu açıdan özellikle Ortadoğu, bilhassa da komşumuz Suriye ve Türkiye öne çıkmaktadır. Yanı sıra IŞİD ve El Kaide bağlantılı radikal İslamcı örgütlerin başta Paris olmak üzere Türkiye, Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde gerçekleştirdiği saldırılar da yaşam hakkı ihlallerine yaygınlık ve yoğunluk bakımından yeni bir boyut katmıştır.

Maalesef 2015, ülkemizde de ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir yıl olmuştur. Ancak bu yıl insan hakları ihlallerinde görülen tüm çeşitliliğe ve yoğunluğa karşın yaşam hakkı ihlalinin dramatik bir biçimde öne çıktığını görüyoruz. Özellikle kısa aralıklarla Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da yaşanan bombalı saldırılarda vahşetin artarak ulaştığı boyut aklımızın ve ruhumuzun sınırlarını zorladı. 7 Haziran seçimleri sonrasında Kürt Sorununun barışçıl ve demokratik yollardan çözümünün rafa kaldırılmasıyla yeniden başlayan savaş ve çatışma ortamında en kolay ihlal edilen yine yaşam hakkı oldu. Özellikle kentlerin, mahallelerin günlerce hukuka aykırı olarak sokağa çıkma yasağı ilan edilip abluka altına alınması sırasında genç, yaşlı, kadın ve çocuk demeden sivillere yönelik yaşam hakkı ihlalleri yaşandı. Öte yandan Türkiye’ye sığınmış Suriyelilerin Ege Denizi’ni aşarak Avrupa ülkelerine ulaşma çabaları sırasında yaşam hakkı açısından çok dramatik olaylara tanık olduk. Yine yıl boyunca kadın, trans ve iş cinayetleri tüm hızıyla devam etti.

Öne çıkan bir başka ihlal ise düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik olmuştur. Bunun son örneğini Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanması oluşturmaktadır.

Ve elbette bu yıl biz insan hakları savunucularını en çok üzen çok değerli bir insan hakları ve barış savunucusunun; Dostumuz, yoldaşımız ve kurumlarımızın üyesi Tahir Elçi’nin “faili belli” bir cinayete kurban gitmesi oldu.

2015 yılında yaşanan ihlallere belli kategoriler altında bakarsak:

YAŞAM HAKKI

Yaşam hakkı ihlali, sadece devletin güvenlik güçleri tarafında gerçekleştirilenleri değil, üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen fakat devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmeyerek neden olduğu ihlalleri de kapsamaktadır. İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezleri’nin verilerine göre 1 Ocak – 5 Aralık 2015 tarihleri arasında:

  • Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 173 kişi yaşamını yitirmiş 226 kişi de yaralanmıştır. 135 ölüm ile 191 yaralanma olayı İç Güvenlik Yasası’nın onaylandığı 3 Nisan 2015’ten bu yana yaşanmıştır.
  • Canlı bombalar tarafından yapılan intihar saldırıları sonucu, canlı bombalar hariç 5 Haziran 2015 de Diyarbakır’da 5 kişi, 20 Temmuz 2015 de Suruç’ ta 33 kişi, 10 Ekim 2015’te Ankara’da 100 kişi olmak üzere toplam 138 kişi yaşamını yitirmiş, her üç olayda en az 929 kişi de yaralanmıştır.
  • 4 kişi gözaltında yaşamını yitirmiştir.
  • Faili meçhul cinayet sonucu 19 kişi yaşamını yitirmiştir.
  • Cezaevlerinde çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren kişi sayısı en az 28’dir.
  • Zorunlu askerlik hizmetini yaparken en az 33 kişi şüpheli biçimde yaşamını yitirmiştir.
  • Mayın ve sahipsiz bomba patlaması sonucu 5 kişi yaşamını yitirmiş 22 kişi ağır yaralanmış,
  • Çatışmalar nedeniyle 171’i asker, polis, korucu, 195’i militan, 157’si sivil olmak üzere toplam 523 kişi yaşamını yitirmiştir.
  • Erkek şiddeti sonucu 23 Kasım 2015’e kadar 255 kadın yaşamını yitirmiştir.
  • Nefret cinayetleri, ırkçı saldırılar ve linçler sonucu 4 kişi yaşamını yitirmiştir.
  • İş kazaları/cinayetleri sonucu 1 Aralık 2015’e kadar 1593 işçi yaşamını yitirmiştir.
  • An az 16 sığınmacı ve mülteci geçiş yollarında yaşamını yitirmiş, 160 kişi de yaralanmıştır (işkence ve silahla yaralanma).

İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE

İşkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Güvenlik güçlerinin gözetim ve denetimi altındaki yerlerde, gözaltı merkezlerinde, cezaevlerinde, askeri kışlalarda işkence halen devam etmektedir. Ayrıca, toplantı ve gösterilere yönelik kolluk güçlerinin aşırı/ölçüsüz/orantısız müdahalesiyle işkence ve diğer kötü muamele fiilleri sokakta, açık alanda da yapılır hale gelmiştir. Özellikle Kürt Sorunu nedeniyle tırmanışa geçen savaş ve çatışma koşullarında gözaltı prosedürleri ve koruma hakları uygulanmayıp, işkence ve kötü muamele yaygın hale getirilmiştir.

  • Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) 2015 yılının ilk 11 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 560 kişi başvurmuştur. Başvuranların 347’si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir. Bunun yanı sıra ayrıca Psikosoyal Dayanışma Ağı Programı kapsamında Ankara Katliamı’ndan etkilenerek başvuranların sayısı da 330’dur.
  • İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre ise 2015 yılının ilk 11 ayında 1433 kişinin sadece gözaltında ve gözaltı yerleri dışında işkence gördüğünü belirtmiştir.
  • Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzak kapalı bir kutu durumundadır. Cezaevlerinin izlenmesi ve denetimi için 4681 sayılı kanunla kurulmuş olan ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları genel olarak etkin izleme işlevini yerine getirmemekle birlikte, yasal kısıtlılık nedeniyle askeri ceza ve tutukevlerinde izleme ve denetim de yapamamaktadırlar. Buralarda yaşanan işkence ve kötü muamele olayları hakkında ancak bir ölüm gerçekleştiğinde kamuoyunun bilgisi olabiliyor.
  • Cezasızlık hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.

KÜRT SORUNU

7 Haziran Genel Seçimlerinin hemen ardından Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi genel sorununun en önemli halkası olan Kürt Sorunu’nun barışçı yollardan çözümünden vazgeçilmesi 90’lı yılları anımsatan ağır ve ciddi insan hakları ihlallerinin yaşanmasına yol açmıştır. Özellikle Kürt illerine ve ilçelerine yönelik hukuka aykırı olarak aylardır uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında burada yaşayan halkın elektrik, su, yiyecek ve sağlık gibi temel gereksinimlerden yoksun bırakılması, bilgi edinme ve haberleşme hakkının kısıtlanması, güvenlik güçlerinin özel harp yöntemlerine başvurması, genç yaşlı, kadın çocuk demeden çok sayıda sivilin yaşamını yitirmesi kaygı vericidir. Söz konusu il ve ilçelerde süreklilik kazandırılan bu olağanüstü hal/savaş hali uygulamaları nedeniyle ekonomik ve sosyal yaşam tümüyle çökmüştür.

Öte yandan bu süreçte söz konusu il ve ilçelerin seçilmiş belediye başkanları tutuklanmakta ya da görevinden uzaklaştırılmaktadır. Halkın iradesini yok sayan bu uygulamalar ile çok temel bir demokrasi ilkesi çiğnenmektedir.

Yine bu süreçte gözaltılar ve tutuklamalar da ciddi bir artış görülmektedir.

İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezleri’nin verilerine göre;

  • 2015 yılında çatışmalar nedeniyle 171’i asker, polis, korucu,, 195’i militan, 157’si sivil olmak üzere toplam 523 kişi yaşamını yitirmiş, 338’i güvenlik gücü, 145’i militan, 70 sivil olmak üzere toplam 553 kişi de yaralanmıştır.
  • 17 belediye başkanı tutuklanmış, 9 tutuklu olmak üzere toplam 15 belediye başkanı görevden alınmıştır.
  • 2015 yılında korucu sayısı artmaya devam etmiştir.
  • 2015 yılında KCK soruşturmalarından, yanı sıra HDP/DBP ve HDK’ye yönelik operasyonlardan toplam 6744 kişi gözaltına alınmış 1285 kişi ise tutuklanmıştır.

İHD ve TİHV olarak bizler Kürt sorununun her zaman demokratik ve barışçıl çözümünü savunduk. Bunda ısrarlıyız. O nedenle, çatışmaların hemen şimdi durmasını istiyoruz. Tarafların çatışmasızlık haline geçmesini istiyoruz. Çatışmasızlık halinin yaşanan olumsuzluklardan da hareketle tahkim edilmiş bir hale getirilerek güçlendirilmesini, izlenmesini ve bu konuda tarafların mutabık kalacakları kararları almasını istiyoruz.

28 Şubat 2015 tarihinde ilan edilen Dolmabahçe Mutabakatını destekliyoruz ve bunun gerektirdiklerinin yapılmasını istiyoruz.

Hükümetin, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kaldırarak, sorunun çözümü için yol temizliği yapıp, müzakere için uygun idari, hukuki ve siyasi zemini oluşturmasını ve bir an önce müzakereleri başlatmasını istiyoruz.

Dünyanın ve Türkiye’nin savaştan uzaklaşmasının ve barış içinde bir dünyanın ve Türkiye’nin var olmasının insan haklarına dayalı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin Ortadoğu’da uygulamaya çalıştığı siyasi projesinden vazgeçmeye, halkların kendi geleceklerini belirleme ilkesine uygun olarak Rojava kantonlarını tanımasını ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmesini istiyoruz.

Türkiye’nin Ortadoğu’daki anti Kürt ve anti Şii/Nusayri/Alevi politikasından vazgeçerek 2015 yılında Türkiye’de Diyarbakır, Suruç, Ankara, Rojava’da Kobane, Fransa’da Paris, Lübnan’da Beyrut, Mısır’da Rusya Uçağı saldırıları ile bizlere korkunç katliamlar yaşatan IŞİD isimli cihatçı yapılanma ile etkili mücadele etmesini ve barışçıl politikalar izlemesini istiyoruz.

DÜŞÜNCE, İFADE ve İNANÇ ÖZGÜRLÜGÜ

2015 yılında düşünce ve ifade özgürlüğü alanında ciddi ihlaller olmuş, özellikle siyasal iktidarın basın üzerindeki baskı ve kontrolü kaygı verici boyuta ulaşmıştır. Bu yıl içinde de gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, tutuklamalar olmuş, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler kapatılmış, muhalif gazete binalarına ve gazetecilere fiili saldırılar gerçekleştirilmiştir.

Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri 2015 yılında da karşılığını bulamamıştır. AİHM’in zorunlu din derslerinin kaldırılması ve Cem Evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi ile ilgili kararlarının gereği yerine getirilmemiştir.

Alevi, Hıristiyan ve Yahudiler radikal sünni ve ırkçı grupların tehdit ve nefret söylemlerine maruz kalmışlardır.

Vicdani ret hakkının hala tanınmaması önemli bir insan hakkı ihlali olarak varlığını korumaktadır.

TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre:

  • Halen gazeteci, basın-yayın çalışanı ya da gazete sahibi 30 kişi tutukludur.
  • 2015 yılında yayın toplatma kararları devam etmiştir. En son örneği 2 yöneticisi tutuklanan Nokta Dergisi olmuştur.
  • Erişime engellenen internet sitesi sayısı 105.958 olmuştur. Bu sayı 2014 yılında 40.773, 2013 yılında ise 35.001 idi. Artış kaygı vericidir.

ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ

2015 yılında yapılan her iki Milletvekili Genel Seçimleri (7 Haziran ve 1 Kasım) sırasında siyasi partilere, özellikle HDP’ye yönelik yoğun saldırılar olmuştur. HDP’nin parti binalarına, üye ve yöneticilerine yönelik fiziki saldırılar ve linç teşebbüsleri sonucu çok sayıda hak ihlali yaşanmış, seçim çalışmalarının sağlıklı biçimde yürütülmesi engellenmiştir.

Türkiye seçme ve seçilme hakkı önündeki engelleri kaldırmadığı gibi % 10 gibi dünyanın en büyük seçim barajını muhafaza etmeye devam etmiştir.

  • 2015 yılı içinde 417 si HDP, 11’i AKP 4’ü CHP olmak üzere toplam 432 parti binasına saldırı olmuştur.
  • Sadece 6-8 Eylül 2015 tarihlerinde eş zamanlı, yaygın ve sistematik olarak 100’ü aşkın HDP binasına saldırı olmuştur.
  • Yıl içinde çeşitli gerekçelerle çok sayıda sendikacı gözaltına alınmıştır.

TOPLANTI ve GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ

2015 de bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da ihlallerin ve kısıtlamaların olağan üstü bir şekilde yaşandığı bir yıl olmuştur. Kolluk güçlerinin bu yıl içinde de barışçıl gösterilerde basınçlı su plastik mermi, kimyasal silah/gösteri kontrol ajanları ve hatta ateşli silahlar kullanarak aşırı/ölçüsüz/orantısız güç ve şiddete başvurmuştur.

Polis şiddeti cumhuriyet tarihi boyunca tüm iktidarların kolayca başvurduğu kadim bir idare tekniğidir. Ancak her geçen gün eleştiri ve itirazlara iyice tahammülsüzleşen, otoriterleşme dozunu son sınırına vardıran AKP iktidarı, polis şiddetini kendi politikalarına karşı çıkan tüm toplumsal kesimlere yönelik olarak her fırsatta kullanır olmuştur. Bu şiddetten, Kürtlerden, emekçilere, Alevilere ve kadınlara, LGBTİ bireylerden taraftar gruplarına kadar hemen her toplumsal kesim istisnasız nasibini almaktadır.

TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre 2015 yılının ilk 11 ayında;

  • Kolluk güçlerinin toplantı ve gösterilere yönelik müdahaleler sonucu 210 kişi yaralanmıştır.
  • TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre kolluk güçlerinin toplantı ve gösterilere yönelik müdahalesi sonucu 3377 kişi gözaltına alınmış, 201 kişi ise tutuklanmıştır.
  • Toplam 256 etkinlik ise yasaklanmıştır.

CEZAEVLERİ

2015 yılında da cezaevleri, insan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmüştür.

  • 28 Şubat 2015 tarihi (Adalet Bakanlığı’nın bilgi verdiği son tarih) itibariyle cezaevlerinde toplam 164.461 tutuklu/hükümlü/hükümözlü kişi bulunmaktadır. Bu sayı 2014 yılında 154.179 idi. AKP iktidara geldiğinde ise bu sayı 59.429 idi.
  • Cezaevlerindeki çocuk tutuklu/hükümlü/hükümözlü kişi sayısı 2.165 dir.
  • 2015 yılının ilk 11 ayında cezaevlerinde intihar, işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, mahkûmlar arası kavga vb nedenlerle en az 28 kişi yaşamını yitirmiştir.
  • Cezaevlerinde sağlık hakkı alanında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbî yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbî personelle, araç-gerecin cezaevlerinde bulunmadığı gözlemlenmektedir. 2015 yılında ağır hastalıkları olan ve tespiti yapılabilen 300’ü ağır olmak üzere 756 mahpus cezaevlerinde tedavi edilmeyi beklemektedir. 05 Mart 2013 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Gülay Çetin/ Türkiye kararı ile ağır hastalığı olan tutukluların korunmasına yönelik mevcut düzenlemeleri yeterli bulmayarak Türkiye’yi işkence yasağını ihlal ettiği için mahkum etmesine karşın cezaevlerindeki ağır hastaların infazlarının ertelenmemesini anlamak mümkün değildir. Dahası, 24 Ocak 2013 tarihinde kabul edilen 6411 Sayılı Kanun ile hasta hükümlülerin infazının geri bırakılma koşullarının “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi” koşuluna bağlanması ve bunun sonucu maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporlarıyla dahi tespit edilen pek çok hasta tutuklu ve hükümlü dosyalarının Savcılıklar önünde bekletilmesi ve dahası reddedilmesi vicdanen de hukuken de kabul edilebilir değildir.
  • 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmektedir. Bu durum onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasarlara yol açmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı‘nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) yürürlükte olmakla birlikte halen etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamaktadır. Tecridin en sık uygulandığı İmralı F Tipi Cezaevi bir an önce kapatılmalıdır.
  • Yine 2000 yılında Adalet Bakanlığı tarafından vaat edilen, cezaevlerinin şeffaflaşmasını sağlayacak olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil denetime açılması yönünde bir gelişme de yoktur. OPCET kapsamında kurulması öngörülen ulusal önleme mekanizması ile ilgili TİHK’in görevlendirilmiş olması bu ihtiyacı karşılamaktan uzak olup, bu konuda bugüne değin etkili bir çalışma yapılmamıştır.
  • Cezaevlerinde bulunan çocukların, cezaevi psikolojisini kaldıramadıkları, ciddi tıkanmalar yaşadıkları için kendilerine zarar vermek suretiyle, intihar girişiminde bulundukları, yanı sıra taciz, istismar, işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları İHD şubelerine kendilerinin, ailelerinin ve diğer mahpusların yaptıkları başvurulardan anlaşılmaktadır. Çeşitli disiplinlerden bilimsel araştırmalar genelde cezalandırmanın özelde ise kapatmanın suçu önleyici ya da eğitici hiçbir etkisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle insanlık dışı bir uygulama olan çocuk cezaevleri kapatılmalıdır.

EKONOMİ ve ÇALIŞMA YAŞAMI

2015 yılında da esnek üretim, güvencesiz çalışma, taşeronlaştırma ve performans gibi uygulamalar yoluyla emekçilerin ağır ve acımasız çalışma koşulları devam etmiştir. Özellikle esnek çalışma modeli ile birlikte getirilen “bireysel sözleşme” modeli de modern köleliğin aldığı son biçimdir.

  • İşyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün artan iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucunda işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya sıralamalarında ön sıralarda yer almaktadır. 2015 yılının ilk 11 ayında tüm iş alanlarında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 1593 işçi yaşamını yitirmiştir.
  • Türkiye’de çalışma yaşamında yaşanan en önemli sorunlardan birisi de taşeron işçiliğidir. Haklarını aradıkları ve sendikalaştıkları gerekçesiyle taşeron işçiler sık sık işten atılmaktadırlar.

ÇEVRE HAKKI

  • Pek çok uluslararası sözleşme ve ulusal hukuk metinlerinde ve Anayasamızda sağlıklı çevrede yaşama hakkı kabul edilmiş olmasına karşın maalesef ülkemizde insanlar; özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşayamıyor.
  • Türkiye, küresel iklim değişikliğinin artmasına yol açan karbon gazı salınımında dünya ülkeleri arasında 23. sırada yer almaktadır.
  • Ekonomik büyüme, kâr ve rant hırsıyla siyanür liçi ile altın arama, doğanın kılcal damarları işlevi gören derelere HES’lerin yapımı, tarım alanlarına ve zeytinliklere RES yapımı, kültürel, tarihsel ve doğal mirası yok eden büyük baraj inşaatları, uluslar arası tekellere parsellenen su kaynakları, termik santraller ve nükleer santral sevdası ile yaşam alanlarına saldırılmakta ve yaşam hakkı ihlal edilmektedir.

CİNSİYET VE CİNSEL YÖNELİM AYRIMCILIĞI

  • Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülkedir. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışı ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir.
  • Bir yandan kadınların toplumsal ve aile içindeki konumunda hızlı bir dönüşüm yaşanırken diğer yandan kadınların daha etkin, daha özgür bir kimlik edinme yönündeki çabaları şiddetle, ölümle bastırılmaktadır. 2015 yılının ilk 11 ayında erkek şiddeti sonucu 282 kadın yaşamını yitirirken şiddet maruz kalan 367 kadın yaralı olarak kurtulmuş, 132 kadın ise taciz ve tecavüze maruz kalmıştır.
  • Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında LGBT bireyler, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimleri nedeniyle toplumsal boyutta olduğu kadar herhangi bir sorun nedeniyle kamu otoriteleri ile karşı karşıya kaldıklarında da ayrımcılığa uğramaktadır. Uygulanan şiddet, aşağılama ve dışlamanın yanı sıra kişilerin bedensel bütünlüklerine yönelik olmakta ve pek çok kez yaşam hakkı ihlalleriyle de sonuçlanmaktır. Nefret söylemlerinin hedefi olmaktan kurtulamayan LGBT bireylere karşı sergilenen şiddet içinde güvenlik görevlileri tarafından uygulanan işkence, kötü ve küçük düşürücü muameleler ciddi bir yer tutmaktadır.
  • 2014 yılın ilk 11 ayında nefret saldırıları sonucu en az 4 trans birey yaşamını yitirmiştir.

MÜLTECİ VE SIĞINMACILAR

  • Devletler sadece kendi ülkesinin vatandaşlarının yaşam haklarını korumakla yükümlü değillerdir. Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için “geçiş ülkesi” durumundadır. Ağır hak ihlallerine uğradıkları için ülkelerini terk eden bu insanlar, yolculukları sırasında insan kaçakçılarının aldatma ve istismarına maruz kalmakta, hatta yaşamlarından olabilmektedirler. Ülkelerine geri gönderilmek üzere özgürlüklerinden mahrum bırakılan göçmenlerin tutulduğu alıkonma merkezlerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kötü fiziki koşullara sahip bu merkezlerde sığınmacıların zorunlu ve insani ihtiyaçları yeterince karşılanamamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin hukuki statüsünü düzenleyen bir yasa henüz çıkarılmamıştır.
  • Türkiye mülteci ve göçmenler için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan, temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşulları iyileştirmekten uzak tutumunu 2015 yılında da devam ettirmiştir.
  • Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınanların sayısı 2 milyonu aşmış durumdadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği resmi verilerine göre Türkiye’de 2.072.290 Suriye’den gelen mülteci ikamet etmektedir. Mültecilerin 259.439’u AFAD tarafından kurulan kamplarda, geri kalan 1.812.851 kişi ise kentlerde ikamet etmektedir. Fakat, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş 18 Eylül 2015 tarihinde yapmış olduğu açıklamada Türkiye’de kayıtlı Suriye’den gelen mültecilerin sayısının 2.225.147 olduğunu belirtmiştir. Türkiye’deki kayıt sisteminden kaynaklanan sorunlar nedeni ile binlerce mültecinin de kayıt olmak için sıra beklediği göz önüne alınarak Türkiye’deki sayının yaklaşık 2.500.000 olduğu, okul çağındaki çocukların sayısının yaklaşık 1 milyon olduğu tahmin edilmektedir.
  • Suriye’den gelen mülteci/sığınmacının yaklaşık onda biri kamplarda yaşama imkânı bulabilmektedir. Geri kalan mülteciler/sığınmacılar ise kendilerini korumak ve yaşamlarını idame ettirebilmek için kaderleri ile başa baş bırakılmış durumdadırlar. Bu kişilerin sadece yüzde 15’i insani yardım kuruluşlarından ya da ajanslarından yardım alabiliyorlar. Başta yiyecek ve barınma olmak üzere temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için asgari ücretin de altında kölelik koşulları alında çalışmak, çocuklarını çalıştırmak ve hatta dilenmek gibi gayri insani yollara başvuruyorlar.
  • Siyasal iktidarın AB ülkelerine yönelik bir baskı aracı olarak kullanmak amacıyla doğrudan ya da dolaylı teşvik etmesi ya da görmezden gelmesi sonucu Avrupa ülkelerine gitmek için yola koyulan sığınmacılar başta yaşam hakkı olmak üzere ciddi hak ihlallerine maruz kalmışlardır. Gerek sosyal uyum gerekse ekonomik zorluklarla baş etmeye çalışan sığınmacılara yönelik, sivil yurttaşların zaman zaman linçlere varan saldırılarında da yüzlerce sığınmacı yaralanmıştır. 2015 yılında tespit etmekte oldukça zorlandığımız yaşam hakkı ihlalleri konusunda en yakıcı olan, bilinen 12 çocuğun kaldıkları çadırlarda ya da barakalarda yanarak can vermiş olmalarıdır.

SONUÇ OLARAK;

Dünyanın en çağdaş insan hakları belgesinin kabul edilişinin 68. Yılına girerken, yukarıda sıraladığımız veriler ve yaptığımız değerlendirmeler henüz Dünyada ve Türkiye’de evrensel insan hakları değerlerini tümüyle yerleştirebilme idealinin maalesef oldukça uzağında olduğumuzu göstermektedir. Geçmiş yıllarda basın açıklamalarımızın sonunda bu ideale ulaşma yönünde ilerleyebilmek için acilen yerine getirilmesi gereken asgari talepleri sıralardık. Bu kez böylesi bir sıralama yapmayacağız. Çünkü bugün Türkiye’de insan hakları açısından acilen yerine getirilmesi gereken tek bir talep vardır: O da acilen barışın tesis edilmesidir. Barışın sağlanamadığı koşullarda yaşam hakkı korunamamakta, yaşam hakkı olmayınca da diğer tüm haklardan söz etmek mümkün olamamaktadır.

İnsan Hakları Günü vesilesiyle Irak Kürdistan bölgesinde bulunan Şengal’in IŞİD işgalinden kurtulmasına ve özgürleşmesine sevincimizi de dile getirmek isteriz.

2015 yılı 10 Aralık İnsan Hakları Gününde, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için mücadele eden ve şimdi aramızda olmayan bütün insan hakları savunucularını saygı ve minnet ile anıyoruz. 28 Kasım günü katledilerek aramızdan alınan barış elçisi sevgili Tahir Elçi’nin son olmasını ve bu değerin barışın kurulmasına vesile olmasını istiyoruz.

Herkesin, barış dileklerimizle insan hakları gününü kutluyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ                

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI