18 Temmuz 2016
15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi üzerine bu girişimde bulunanların cezalandırılması için yapılan tartışmalarda ölüm cezasının geri getirilmesi yeniden gündeme alınmıştır. Türkiye ceza mevzuatında darbe girişiminde bulunanlar ve işledikleri diğer suçlar bakımından yeteri kadar cezalandırıcı hüküm vardır. Özellikle sayın Cumhurbaşkanının bu konuyu daha önce yaptığı gibi tekrar gündeme getirmesi kesinlikle kabul edilemez.
Ölüm cezası verilerek idam edilen merhum Başbakan Adnan Menderes’in siyasal takipçisi olduğunu söyleyen Sayın Cumhurbaşkanının ölüm cezasını tartışmaya açması etik ilkeler bakımından da sorunludur. Başbakanların, devrimci öğrenci gençlik liderlerinin ve daha birçok insanın ölüm cezası verilerek haksız yere idam edildiği bir ülkede ölüm cezasını tekrar geri getirmeye kalkışmanın gerek ulusal gerekse uluslararası açıdan ağır hukuksal ve siyasal sonuçlarının olacağını öngörmek gerekir.
Her şeyden önemlisi ölüm cezası yaşam hakkını ortadan kaldıran bir devlet şiddeti, bir başka deyimle devlet eliyle taammüden işlenmiş bir cinayettir. Yaşam hakkı, korunması gereken en öncelikli haktır. Bizzat devletler tarafından bir ceza olarak yaşam hakkının ortadan kaldırılması, geri dönüşü olmayan ve giderilmesi olanaksız zararlara yol açarak insanlık değerlerinin yok sayılmasına neden olur, dolayısıyla insan hakları savunucuları tarafından asla kabul edilemez. Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi de bunu açıkça ifade etmektedir: “Yaşam hakkı, bütün hakların en üstünde yer almaktadır ve ulusun güvenliğini tehdit eden olağanüstü bir durumda dahi bu hakka çekince konmasına izin verilmez. Kişiler, yaşam hakkından keyfi biçimde alıkonulamaz. Bu nedenle de taraf devletler, sadece keyfi ihlalleri önleme değil aynı zamanda bu fiilleri suç sayma ile yükümlü oldukları gibi kendi güvenlik kuvvetlerinden gelecek ihlalleri de önlemekle yükümlüdürler. Devlet tarafından gerçekleştirilen yaşam hakkı ihlalleri en ağır ihlallerdir.”[1]
Kaldı ki, uzun mücadelelerden sonra Türkiye ölüm cezasını başta Anayasasının 38. Maddesi olmak üzere mevzuatından tümüyle çıkarmıştır.
Bunun yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ek 6 nolu ölüm cezasının kaldırılmasına dair protokol, Türkiye tarafından 26.06.2003 tarihli 4913 Sayılı ölüm cezasını ortadan kaldıran kanunla kabul edilmiş ve Resmi Gazete’nin 01.07.2003 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Protokol Bakanlar Kurulu’nun 15/08/2003 tarih ve 2003/6069 sayılı kararı ile onaylanmıştır. Protokol onay belgesinin Avrupa Konseyi genel Sekreterliğine depo edilmesiyle Türkiye bakımından 01/12/2003 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.
Türkiye AİHS’e ek 13 numaralı Protokol’ün de tarafıdır. Türkiye, bu Protokol ile ilgili 16/10/2005 Tarih ve 5409 Sayılı “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesine Ek, Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına Dair 13 No’lu Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” u çıkarmıştır, Bakanlar Kurulunun 17/11/2005 Tarih ve 2005/96849 sayılı kararı ile bu protokolün onaylanması kararlaştırılmıştır. Türkiye bakımından 13 No’lu Protokol 01/06/2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmış ve şöyledir:
“Madde 1.Ölüm cezasının kaldırılması
Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse ölüm cezasına çarptırılmayacaktır ya da bu cezası infaz edilmeyecektir.”
Bu Protokollerin yanı sıra, Türkiye, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne ek ölüm cezasının kaldırılmasını amaçlayan ihtiyari 2 nolu protokolü de onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi insan hakları sisteminin en temel protokollerini onaylayan bir ülkenin, bu protokollerden geri dönmesi demek insan hakları sisteminin dışına çıkmak ve uluslararası alanda kötü bir örnek durumuna gelmek demektir. Uluslararası hukukta ahde vefa ilkesi-söze (sözleşmeye) bağlılık ilkesi – temel bir ilkedir.
Avrupa Birliğinin en önemli temel şartlarından da birisi olan ölüm cezasının kaldırılması konusunda geriye düşmek Türkiye için ağır siyasal, ekonomik, hukuksal, kültürel ve sosyolojik sonuçlar doğuracaktır.
Türkiye’yi fiili başkanlık modeli altında yöneten ve giderek tek adam yönetimine yönelmekte olan Sayın Cumhurbaşkanının anti demokratik önerileri tartışmaya açması karşısında özellikle AKP içindeki demokratların sessiz kalması Türkiye demokrasi tarihinde unutulmayacak bir kötü örnek olarak kalacaktır. Sadece AKP değil, tüm siyasal partilerin bu tip anti demokratik ve insan haklarına aykırı önermelere karşı sesini yükseltmesi ve tutum alması gerekmektedir.
Türkiye başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunlarını çözememiş ve bu nedenle bir şiddet ortamını sürekli yaşamaktadır. Ölüm cezasının geri getirilerek muhalifler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi tutulması başka siyasal, sosyolojik, hukuksal sorunlara yol açacaktır.
Sonuç olarak Türkiye ölüm cezasını mevzuatından çıkarmıştır ve bir daha asla geri getiremez.
Her şeye rağmen şu unutulmamalıdır ki; Türkiye’de insan hakları ve demokrasi mücadelesi yürütenlerin ölüm cezasının geri getirilmesine kararlı biçimde karşı çıkacaklarının bilinmesi gerekir.
İnsan Hakları Derneği
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
[1] BM İnsan Hakları Komitesi, UN Doc. A/37/40, 1982