İstanbul Sözleşmesi’nin reddedilmesiyle devlet, kadına ve LGBTİ+’lara yönelik şiddetin tarafı, ihlallerin doğrudan sorumlusu olduğunu ilan etmiş olacaktır. Bu vahim hatadan derhal vazgeçin. İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 Sayılı Kanun başta olmak üzere ilgili tüm yasaları kararlı ve etkin bir şekilde uygulayın. Kadına, LGBTİ+’lara yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti teşvik etmeyin, durdurun…
23 Mart 2021
İnsan Hakları Eylem Planı’nın (İHEP) gösterişli sunumlar ile açıklanmasının üzerinden henüz iki hafta geçmişken siyasal iktidar, kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşme olan Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) geçtiğimiz Cuma gece yarısı yayımlanan bir Cumhurbaşkanı kararı ile tek taraflı olarak feshetmiştir. Kaldı ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumsal cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim konularına yer verilmemiş olması da İHEP’in en büyük eksiklerinden biriydi. Aslında art arda atılan bu adımlar (İHEP ilanı ve fesih kararı) insan hakları kavramının siyasal iktidar için bir araç olmaktan öte anlam taşımadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Kadına yönelik şiddet, sosyal, ekonomik veya milli sınır tanımayan, tarihsel, yapısal ve küresel bir olgudur. Asli nedeni toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılık olan kadına yönelik şiddet, ciddi bir insan hakkı ihlalidir ve genelde cezasız kalmaktadır. Dünyanın her yerinde kadınlar her gün hayatın her alanında ama bilhassa kendi evlerinin “güvenli” ortamı içinde psikolojik ve fiziksel şiddet, ısrarlı takip, taciz, tecavüz, genital sakatlama, aileler tarafından evlenmeye zorlanma veya istekleri dışında kısırlaştırmaya vb. sonsuz şiddet örneklerine maruz bırakılmaktadırlar. Ev içi şiddet çoğunlukla kadınlara yönelik olmakla birlikte aynı zamanda çocukları ve yaşlıları da etkileyen yaygın şiddet bir türüdür.
Bugüne değin üretilen pek çok uluslararası sözleşme ve belge toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve ayrımcılığın önlenmesi bakımında kısmen etkili olsa da kadına yönelik erkek şiddetinin, bilhassa da ev içi şiddetin son bulması için maalesef yeterli olamamıştır. Bu nedenle Avrupa Konseyi, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi bakımından taşıdığı yükümlülüklerinin bir gereği olarak uzun araştırma ve çalışmaların sonucunda İstanbul Sözleşmesi’ni kabul etmiştir.
Sözleşme, adından da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin ev sahipliğinde 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen toplantıda imzaya açıldı. 2020 yılı itibariyle Avrupa Konseyi’ne üye olan 47 ülkeden Rusya ve Azerbaycan hariç 45 ülke tarafından imzalandı. Türkiye, Sözleşmeyi 14 Mart 2012 tarihinde hiçbir çekince koymaksızın onaylamış ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe koymuştur.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ele alan ve ayrıntılı bir şekilde tanımlayan en kapsamlı uluslararası sözleşmedir. Sözleşme hükümleri, önleyici ve koruyucu tedbirlerden, söz konusu ciddi insan hakları ihlalleri karşısında yeterli ceza adaleti uygulamalarının sağlanması için yükümlülüklere kadar çok çeşitli tedbirler içermektedir. Sözleşme, kadına yönelik şiddetin temel nedenlerinin (örneğin toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, kadın açısından zararlı gelenekler ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin genel yansımaları vb.) ele alınmasını talep ederek bu alanda yeni bir adım atmaktadır. Sözleşme, aynı zamanda kadınları şiddete karşı korumak üzere devletlerin sorumluluk ve yükümlülüklerini hükme bağlayan bir metindir. Kısacası, kadına yönelik şiddete bir isim verilmesini ve bunun bir suç olarak kabul edilmesini sağlayan Sözleşme, böylelikle şiddet olgusunun ortadan kaldırılmasında geniş imkânlar sağlayan uluslararası bir enstrümandır.
Bunların yanı sıra Sözleşme, taraf devletlerin uygulama düzeylerini değerlendirmek üzere etkin bir izleme mekanizmasını da öngörmektedir. Söz konusu izleme mekanizması, bağımsız bir uzman grubu olan Kadına Yönelik ve Ev İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu (GREVIO) ve Sözleşme’nin taraflarının resmi temsilcilerinden oluşan ve siyasi bir organ olan Taraflar Komitesi olmak üzere iki bileşenden oluşmaktadır.
Türkiye, Sözleşme’nin onaylanmasından kısa süre sonra 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe sokmuştur. İstanbul Sözleşmesi’nin ışığında hazırlandığı için oldukça kapsamlı ve şiddetin önlenmesinde caydırıcı hükümler içeren bu kanun, eksiksiz biçimde uygulanması halinde kadınların ve LGBTİ+’ların yaşam haklarının korunmasında etkili olabilecek ulusal bir enstrümandır.
Ancak süreç içerisinde siyasal iktidarın hem İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini tam olarak yerine getirmek hem de 6284 Sayılı Kanun’u etkin bir şekilde uygulamak konusunda gerçek bir irade ve çaba göstermediği için Türkiye’de kadına yönelik şiddetin önüne maalesef geçilememiştir.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2011-2019 yılları arasında (şüpheli ölümler dahil) en az 2816 kadın erkekler tarafından öldürülmüştür. Bianet‘in verilerine göre ise sadece 2020 yılında en az 284 kadın erkekler tarafından öldürülmüş, 255 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiştir. Bu cinayetlerin % 84’ü aile bireyleri ve eş/partnerler tarafından işlenmiştir. Üstelik öldürülen en az 18 kadın koruma ve uzaklaştırma talebinde bulunmuştur. 2021 yılının sadece ilk 2 ayında en az 55 kadın yaşamını yitirmiş, 117 kadın şiddete maruz kalmıştır.
Hal böyleyken siyasi iktidarın da ön ayak olmasıyla ülkedeki ataerkil kesimler tarafından İstanbul Sözleşmesi ile aslında erkeklerin mağdur edildiği, iddiaların aksine Sözleşme’nin kadına yönelik şiddeti arttırdığı, geleneksel toplumsal değerlere aykırı olduğu, kadınla erkek arasındaki fıtratı yok ettiği biçiminde gerçekleri çarpıtan yıkıcı bir söylem geliştirilmiştir.
Buna karşın şiddeti durdurmak için İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını talep eden, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan, bu konuda ifade, toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanan kadınlar, LGBTİ+lar ve diğer hak savunucuları ise kolluk kuvvetlerinin evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesinde kural dışı ve denetimsiz şiddetine maruz kalmışlardır. TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre sadece 2020 yılında kadın ve LGBTİ+ haklarına dair yapılmak istenen en az 18 barışçıl toplantı ve gösteriye müdahale eden kolluk kuvvetleri, en az 164 kişiyi şiddet kullanarak gözaltına almıştır.
Gelinen aşamada, başta kadınlar ve LGBTİ+’lar olmak üzere erkek şiddetinin son bulması, temel hak ve özgürlüklerin korunması, eşitliğin sağlanması için uğraş veren yurttaşların güçlü talep ve itirazlarına rağmen İstanbul Sözleşmesi’nin tek bir kişinin imzasıyla feshedilmeye çalışılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Çünkü, Sözleşme’nin feshedilmesi öncelikle kadın ve LGBTİ+’ları şiddete karşı tümüyle açık ve korunmasız hale getirecektir. Diğer yandan şiddeti önlemek için sürdürülen toplumsal mücadelenin hukuki zeminini zayıflatacak, şiddet eylemlerinin faili erkekleri cesaretlendirip teşvik edecektir. Nihayetinde ev içi şiddet görünmez kılınacak, ihlaller ile mücadele edilemeyecek ve cezasızlık kalıcı hale gelecektir.
İster Cumhurbaşkanı kararı ister Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) çıkardığı bir yasa ile olsun aslında İstanbul Sözleşmesi’nin reddedilmesiyle devlet, kadına yönelik şiddetin tarafı ve ihlallerin doğrudan sorumlusu olduğunu ilan etmiş olacaktır. Elbette yetkinin yürütme mi yoksa yasama tarafından mı kullanıldığı demokrasi, denge ve denetleme ilkeleri açısından büyük bir önem arz eder. Ancak burada söz konusu olan yurttaşların başta yaşam hakları olmak üzere insan olmaktan doğan en temel haklarıdır. Yetki kimin tarafından kullanılırsa kullanılsın insan hakları hiçbir şekilde feshedilemez. Eğer bu vahim hatadan geri dönülmez ise bundan böyle kadına ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık temelli şiddetten devlet sorumlu olacaktır.
Kısacası yetkilileri bu vahim hatadan, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetme fikrinden vazgeçmeye çağırıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 Sayılı Kanun başta olmak üzere ilgili tüm yasaları kararlı ve etkin bir şekilde uygulayın, kadına ve LGBTİ+’lara yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti teşvik etmeyin, durdurun.
Elbette topluma da sesleniyoruz: Doğuştan sahip olduğumuz haklarımız hiçbir gerekçe ile feshedilemez. Kadına yönelik şiddetin, toplumsal cinsiyete, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelime dayalı eşitsizliğin ve ayrımcılığın son bulduğu, insan haklarına saygılı bir Türkiye’de yaşamak istiyorsak demokratik itirazlarımızı daha güçlü ve yüksek sesle dile getirmeliyiz. Sessizlik onaydır ve suça ortak olmaktır.
Saygılarımızla,
Türkiye İnsan Hakları Vakfı