19.05.2016 – EVRENSEL
Diyarbakır Sur ilçesi Dürümlü köyü yakınında 12 Mayıs 2016 günü, gece, bir kamyonda bulunan bombalar patlatıldı. Beş metre derinliğinde, 30 metre çapında bir çukur oluştu. Toplamda 13 sivil insan yaşamını yitirdi. Ölenler Yakar ve Yaman ailesinin fertleri… Kamyonda dört PKK’linin bulunduğu ve patlamada onların da öldüğü bildiriliyor.
Cenazelerin kimliği adli tıp raporu ile belirlendi. İki bakan cenaze sahiplerine taziye ziyaretinde bulundu.
Çok düşündürücü gelişmelere tanık oluyoruz.
Bir tarafta devlet propagandası var, diğer tarafta da PKK…
Onlar çatışmanın tarafları…
Kentlerdeki büyük yıkım kameralardan farklı sunuluyor. Devletin açıklamaları farklı. İnsan hakları örgütlerinin belgeye dayalı tespitleri devlet açıklamalarının tersini gösteriyor.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserlerinin açıklamaları bağımsız ve tarafsız gözlemcilere sahanın açılmasını ve hakikatin ortaya çıkmasını istiyor.
Şöyle değerlendiriyorum:
Savaşta önce hakikat öldürülmek istenir. Hakikatin ne olduğunu ise savaş koşullarında çoğu kez bilemeyiz. Zaman geçer, aydınlanır belki çoğu şey. Barış süreçleriyle olur bu. Geçmişle yüzleşerek.
Biz şahsen savaş karşıtı tutum alıyoruz.
Şiddetsizliği savunuyoruz. Lakin ortada bizim irademizin dışında bir olgu, realite var:
Savaş!
Bazen “Savaş yok” diyorlar, itiraz başlıyor. ‘Tamam demeyelim’ diyoruz, ‘Silahlı çatışma diyelim!’. Ona da karşı çıkılıyor, ‘Ya ne diyelim?’ diyoruz, “Terörle mücadele diyeceksin!” diyorlar.
Savaşı önleyemiyor ve bu aşamada barışın ilk adımları olarak da eylemsizliği, çatışmasızlığı sağlayamıyorsak, bizim sivil toplum olarak talebimiz ne olabilir?
Bu konuda başvuracağımız iki hukuk dalı var. Oradaki hükümlere bakacağız.
İlki devlet birey (kişi) ilişkisini merkezi ilgi alanında tutan insan hakları hukuku, ikincisi çatışan (savaşan) tarafların mensuplarının birbirleriyle ve sivil halk ile olan aralarındaki ilişkileri ilgi alanında tutan insancıl hukuk.
İlki için BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 4. maddesine bakmak, (başvurmak), ikincisi için de 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi’nin de ortak 3. maddesine ve eki 2. No’lu protokole bakmak (başvurmak) yeterli olur sanırım.
Her iki hukuk dalınca da yasaklanmış eylemler var.
Sivillere yönelik eylemler, rehine almalar ya da işkence ve onur kırıcı davranışlar, keyfi öldürmeler, yasaktır.
Peki devletlerden beklentimizi ifade ediyoruz, aynı şeyi çatışmanın diğer tarafından da bekleyemez miyiz?
Bekleriz elbette. Bunu yüksek sesle dile getirmek de (Talep etmek de) gerekebilir. Böyle durumlarda da, “Bakın Cenevre Sözleşmelerinden söz ediyorlar, yani PKK’yi savaşan taraf olarak gösteriyorlar, halbuki Cenevre sözleşmeleri devletler arasında uygulanır” şeklinde itirazlar geliyor. Bilgisel olarak yanlış ama böyle itirazlar da var.
Ne yapmamız lazım?
İlki savaşa karşı barışı savunmak! İkincisi barışın koşullarını ve iklimini oluşturmaya çalışmak…
Üçüncüsü keyfi öldürmelere, işkence ve rehine almalara, insanların, doğanın, hayvanların, çocukların, kadınların, yaşlı, yaralı ve hastaların silahlara, şiddete (devlet ya da silahlı örgüt şiddetine, müdahalelerine) muhatap olmasına karşı çıkmak lazım.
Kuvvetli bir şekilde kınamak da dahil!
Genel olarak asker, polis, korucu, silahlı militan, gerilla ölümleri de sivil insanların ölümleri de yaralar insanlığımızı.
Hiçbir insan bombaları hak etmiyor sevgili okuyucularım. Hiçbir köy, kasaba, orman, tarla…
Bize gül, karanfil, her tür çiçek gerek…
Sonuç olarak böyle düşünüyorum.
http://www.evrensel.net/yazi/76662/diyarbakirda-patlatilan-bombalar