25.01.2016
Bu sabah tam yazımı yazmak üzere oturmuşken gelen bir telefon, kafamdaki onlarca başlık arasından seçim yapmamı sağladı, sağ olsun. Kafamın içinde durmadan dönen görüntüler, bütün gövdemi saran, dilimin ucunda öfkemle dolaşıp duruyorum aylardır. Ne desem olmuyor, ne yapsam yetmiyor. Öfkeli dayanışmalar biriktirmek pansuman olsa da açılan yaralarıma, memleketin yaraları kanırtıyor her birini yeniden, durmadan.
TOHAV’da ÖHD’den gencecik avukatların emeğiyle Cumartesi günü düzenlenen panelde mezarsız ölüleri konuşurken yası da konuştuk, sevgili dostum, meslektaşım Prof. Dr. Doğan Şahin öfkenin yas sürecine olumlu katkısından söz etti. Metin olma çabasının bu sürece olumsuz etkisinden. Al işte, bende ikisinden de var, kuyruğu dik tutma telaşı içinde ağlama hakkımı durmadan ertelerim ya, çok şükür ilk gençlik yıllarımda kuşandığım öfkemin de kırk yıllık hatırı var neresinden baksan. Yetmişli yıllardan beri cenaze peşinde koşanlarız biz. Cenazelerimiz o zaman da sakıncalıydı, yeni değil. Çocukluğuma denk düşse de, üç fidanın cenazesinin nasıl bir telaşla gömüldüğünden de haberdardık üstelik. Üzerinden geçen 40 yıllık zamanda değişen, devletin genellikle pek takmasa da, dış denetim mekanizmalarının uğruna zaman zaman işi kitabına uydurma telaşı, 9 gün içinde iki yönetmelikte yaptığı üç yönetmelik değişikliği.
Gelen telefonun bu söylediklerimle ne ilişkisi olduğunu merak etmiş olabilirsiniz. Telefon Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın yayınladığı raporlardaki verilerin güvenilirliği ile ilişkiliydi aslında. Sivil ölümleri nasıl belirlediğimizi, bunların gerçekten sivil olup olmadığını soruyordu tarafsız olma ilkesine sarılan bir uluslar arası yayın kuruluşundan basın emekçisi. TİHV raporlarının altında şöyle bir açıklama yer alır. “TİHV Dokümantasyon Merkezi verileri basın taraması, ilgili kamu kurumlarının web siteleri, görüntü kayıtları ve tanık ile avukat anlatımları aracılığıyla edinilmiştir. Bu bilgi notları, geri bildirimler ve katkılarla gelişmeye her daim açıktır.” Burada söylenmemiş, ama insan hakları savunucularının çok iyi bildiği bir gerçek de, yaşam hakkı ihlallerinin olduğu, haber alma hakkının yok sayıldığı koşullarda bilgilerin somut kanıtlarla desteklenmesi ve suçsuz olduğunu kanıtlama yükümlülüğü, etkili, bağımsız nitelikli soruşturma yürütülmesinin yollarını oluşturmak zorunda olan devlete ait olmasıdır. Aksini kanıtlamak, yani hukukçuların hep söylediği gibi ispat yükü devlettedir.
Şimdi 23 Ocak tarihli son raporumuzdan bazı rakamlara bakalım, ama bu rakamların her birinin insana dair olduğunu unutmadan. Ne olmuş son 6 ayda insana dair derseniz, buyrun devlet aksini kanıtlasın: “16 Ağustos 2015 tarihinden bu yana başta Diyarbakır, Şırnak ve Mardin olmak üzere Hakkâri, Muş, Elazığ ve Batman’ın da olduğu toplam 7 ildeki, en az 19 ilçede, resmi olarak tespit edilebilen en az 58 süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı ilânı gerçekleşmiştir. Bu yasaklardan etkilenen en az 1 milyon 377 bin kişinin en temel yaşam ve sağlık hakları ihlâl edilmiş olup Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi verilerine göre, son 5 ay içerisinde en az 198 sivil (39’u çocuk, 29’u kadın, 27’si 60 yaş üstü) ve ayrıca 1 karında ateşli silahla vurulma sonucu ölü doğum sadece resmi sokağa çıkma yasağı ilânı olan zaman dilimleri içerisinde yaşamlarını yitirmiştir. 11 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır’ın Sur (17 saatlik bir aranın ardından yeniden) ve Mardin’in Dargeçit (29 Aralık 2015 itibariyle sona erdirilmiştir) ve ardından 14 Aralık 2015 tarihinde Şırnak’ın Cizre ve Silopi (hâlâ sürüyor ancak 19 Ocak 2016’da gece boyu uygulanmaya başlandı) ve yine Mardin’in Nusaybin (24 Aralık itibariyle sona erdirilmiştir) ilçelerinde ilân edilen ve bugün hâlâ sürmekte olan sokağa çıkma yasaklarında ise en az 113 sivil öldürülmüştür(19’u çocuk, 19’u kadın ve 17 kişi 60 yaş üstü) . Bu süreçte, tanıklarca beyan edilen ölüm biçimlerine göre ise en az 40 kişi kendi evlerinin sınırları içerisindeyken, açılan ateş veya tanklardan atılan top mermilerinin evlerine isabet etmesi veya sokağa çıkma yasağının yarattığı ortamın doğrudan etkisi ile sağlık sorunları sonucu yaşamlarını yitirmiştir. Son olarak, 11 Aralık 2015 – 21 Ocak 2016 tarihleri arasında erişilebilen kısıtlı bilgi ile tespit edilebilen en az 21 kişi tanıkların ifadeleri ve basında yer alan video kayıtlarında sunulan iddialara göre güvenlik güçleri tarafından ambulansların engellenmesi nedeniyle sağlık hakkına erişememeleri sonucu yaşamlarını yitirmiştir. Bu kişilerden Hüseyin Paksoy, Serhat Altun ve Orhan Tunç hakkında AİHM’e yapılan acil tedbir başvuruları olumlu yanıtlanmasına rağmen kararın uygulanmaması nedeniyle Hüseyin Paksoy ve Serhat Altun yaşamlarını yitirmiş, Orhan Tunç’un ise âkibeti henüz bilinmemektedir.” Bu rakamlar insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirilmesi gereken bir duruma işaret etmektedir.
Rakamlar yetmiyorsa, hepimiz İMC kameramanı Refik Tekin’in yaralanmasına rağmen çekmeye devam ettiği görüntüleri izlemeliyiz, izleyelim ve öfkelenelim. Öfkelenelim ki, insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilmesi gereken bu utanca ortak olmayalım.
Şebnem Korur Fincancı
http://www.evrensel.net/yazi/75837/guvenilir-bilgi-mi-dediniz#.VqW2XjzOlM0.twitter