İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü nedeniyle açıklama yapan İHD ve TİHV, işkencenin Türkiye’de kamu görevlileri tarafından sistematik bir şekilde kullanıldığına dikkat çekerek, “İnsanlık onuru için işkencecilerin korunmasına izin vermeyeceğiz” diye belirtti.
26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü nedeniyle İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından ortak yazılı açıklama yapıldı. Açıklamada, işkence ve kötü muameleye tabi tutulmama hakkının, tüm insanlığın, dolayısıyla uluslararası toplumun ortak lıakkı olduğuna vurgu yapılarak, “Fakat ne yazık ki, işkence, günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından insanlık dışı bir cezalandırma, yıldırma/sindirme aracı olarak kullanılmaktadır” denildi.’Demokratik olma iddiasındaki ülkelerde de işkence var’Özellikle, “İşkenceye Karşı Sözleşme’nin 1984 yılında yürürlüğe girmesinden sonra işkence görenlere yönelik tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarının ivme ve yaygınlık kazandığına dikkat çekilen açıklamada, “Uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlar, işkencenin sadece askeri diktatörlüklerde ve otoriter rejimlerde değil, demokratik olma iddiasındaki ülkelerde de uygulandığını ortaya koymaktadır. Özellikle, 11 Eylül 2001 sonrası yaşanan süreçte’teröre karşı güvenliği sağlama’gerekçesiyle işkenceyi meşrulaştıran ve işkencecileri koruyan tutum ve politikalar olağan hale getirilmiştir. Bu kaygı vericidir” ifadesi kullanıldı.
‘Kamu görevlileri işkenceyi sistematik bir şekilde yapıyor’
Türkiye İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında kabul ettiğine, Anayasa’da ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasakladığına işaret edilen açıklamada, “Buna rağmen işkence, hâlâ kamu görevlileri tarafından sistematik bir uygulama olarak varlığını sürdürüyor. Ancak, son vıllann ayırt edici özelliği fiziksel işkence yöntemlerine daha çok sokakta, polis araçlarında, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında yani’resmi gözaltı’yerleri dışında başvurulmasıdır. Özellikle güvenlik güçlerinin bu amaçla toplantı ve gösterilere aşırı ve orantısız güç kullanarak müdahalesi işkence kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bunun en uç ve ağır örnekleri 1 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul’da ve yakın günlerde Taksim Gezi Parkı protestoları sırasında yaşanmıştır” denildi. Kimyasal gazların kullanılması Türkiye’de toplumsal olaylara müdahalede sıklıkla başvurulan göz yaşartıcı kimyasalların kullanımına dair herhangi bir yasal düzenleme olmadığına işaret edilen açıklamada, şunlar belirtildi: “Oysa gazın nasıl kullanılacağı açık ve katı kurallara bağlanmalı, takdir marjı çok dar olmalıdır. Ayrıca güvenlik güçlerine eğitim de verilmemekte, gaz kullanımı tamamen keyfi bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bugüne kadar gazın keyfi kullanımı nedeniyle yaptırım uygulanmış hiçbir kamu görevlisi veya kolluk amiri yoktur.”
‘Savcılık talimatı ile zorla kan ve tükürük örneği almak işkencedir’
Son dönemlerde öne çıkan bir başka uygulamanın da gözaltında ya da cezaevinde zor kullanılarak ve kişinin rızası olmadan “Savcılık talimatı ile” kan ve tükürük örnekleri alınması olduğuna vurgu yapılan açıklamada, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre hukuken mümkün başka tedbirlere rağmen zorla kan/tükürük/vücut salgısı almak işkence yasağının ihlalidir. Keza tıbbi etik kurallar ve iç hukuk metinleri de zorla örnek almayı yasaklar. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) yöneticilerine yönelik gözaltılar sırasında dikkat çekici bir şekilde başvurulan yöntem, Gezi Parkı protestoları çerçevesinde terörle mücadele kapsamında gözaltına alınanlara da uygulanmıştır” denildi.
‘Cezaevlerinde işkencede belirgin artış var’
Yine son dönemlerde cezaevlerinde gerçekleştirilen işkence ve kötü muamele uygulamalarında da belirgin bir artış görüldüğüne işaret edilen açıklamada, “Şakran Cezaevi’nde çocuklara yönelik uygulamalar bunu en son örneğini oluşturmaktadır. Keza cezaevlerinde ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu başlı başına bir işkence uygulaması haline gelmiştir. Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzaktır” diye belirtildi. Ülkedeki işkence gerçeğine veriler üzerinden bakıldığında tablonun daha da vahim bir hal aldığının belirtildiği açıklamada, şunlar kaydedildi:
* 2012 yılında TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’ne işkence gördüğü gerekçesiyle 553 kişi başvuru yaparken bunlardan 240’ı aynı yıl içinde işkence gördüğünü belirtmiştir. 2013 yılının ilk beş aynıda ise 346 kişi işkence gördüğü gerekçesiyle başvuru yaparken bunlardan 95’i 2013 yılı içinde işkence gördüğünü belirtmiştir.
* 2013 Haziran ayında bugüne kadar ise sadece “Gezi Parkı protestoları” sırasında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı için 169 kişi TİHV tedavi ve rehabilitasyon merkezlerine başvurmuştur.
* 2012 yılında 9 kişi gözaltında yaşamını yitirmiştir.
* İHD verilerine göre ise 2012 yıllarında 2.571 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Bunun nedeninin cezasızlık kültürünün varlığı olduğunun ifade edildiği açıklamada, “Bu kültürün güçlenmesinde ve yaygınlaşmasında birincil etken siyasal otoritelerin zihniyet ve yaklaşımlarıdır. Gezi Parkı protestoları çerçevesine yaşanan polis şiddeti ve işkence yasağı ihlalleri, ‘Seçmeli Protokol’e göre oluşturulacak bağımsız bir önleme mekanizmasının ne kadar yaşamsal bir öneme sahip olduğunu bir kez daha göstermiştir” denilerek, kimsenin işkenceye karşı sessiz durmaması gerektiği yönünde çağrı yapıldı.
DİHA