Zeki Gül’ün 17 Ağustos 2016 tarihli Evrensel Gazetesi’ndeki köşe yazısı…
İnsanlığın ortak hafızasının dünden bugüne billurlaştığı alanlardan bir tanesi de tıp ve insan haklarıdır. Doğası gereği olağandışı dönemlerin, durumların aşili gibidir bu alan. Diğer disiplinlerden farklı olarak evrensel çok sayıda tıbbi etik bildirge uluslararası hukuk için zaman içinde bağlayıcı olagelmiştir.
OHAL ilanı ve öncesindeki sokağa çıkma yasaklarının gölgesinde ilerleyen son olağandışı dönem “hekimlerin sağlık ortamı dışında muayeneye zorlanması, tehdit altında tutulması veya taleplerinin dikkate alınmaması” başlığında mercek altına alınmayı gerektirecek çok sayıda emare ile gündeme gelmeye başlamıştır. Bunun toplum için karşılığıysa “gözaltı süreçlerinde ters kelepçe, çıplak gözaltı, adli rapor dahil muayene süreçlerinde mahremiyetin yok edilmesi, olası işkence ve kötü muamelelerin kayıt altına alınamaması” vb olabilmektedir.
Doğası gereği böyle dönemlerde başta adli rapor düzenleyen, gözaltı giriş çıkış muayenesi yapan veya cezaevinde çalışan hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanları daha fazla baskı altına alınabilmektedirler. Bu bağlamda başta meslek örgütleri, sendikalar, insan hakları kurumları olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin “baskılar ve tehditler” karşısında sağlık çalışanlarının yalnız olmadıklarını hissettirmeleri ve yol gösterici olmaları elzemdir.
Ne güzel ki bu ülkede tüm zorluklara karşın, hekimlik ve insan hakları bağlamında evrensel tıbbi etik ve hukuğa sahip çıkan, geliştiren ve uygulanması için katkı sunan onur duyulası kurumlarımız var. Bu kurumlardan TürkTabipleri Birliği (TTB), Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) yakın zamanda “İnsan hakları ihlalleri ile ilgili hekim tutumu” belgesi yayınladılar.
İlgili tutum belgesi hem hekimler ve hukukçular hem de olası mağdur ve yakınları için başucu metni niteliğinde. Metin şu temel soru ile başlıyor:
“Olağanüstü Hal (OHAL) kararı ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), hekimlerin, gözaltında bulunanlar veya cezaevinde tutulanların tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirir mi?”
Bilindiği üzere İstanbul Protokolü, işkence ve diğer kötü muamele iddialarının etkili tıbbi belgeleme ve hukuki soruşturması için Birleşmiş Milletler (BM) ilkelerini ve bunların nasıl hayata geçirileceğini içeren “BM yönerge metni” olup Türkiye tarafından da imzalanarak iç hukuğuna dahil edilmiştir. Buradan hareketle “İşkence iddiaları karşısında devlet, tüm kurumlar ve hekimler değerlendirme ve belgelemeyi İstanbul Protokolü ilkelerine göre yürütmekle yükümlüdür” diyor üç kurum ve hatırlatıyorlar: “Devletlere ilişkin tüm uluslararası ve bölgesel mahkeme ve soruşturmalarda, tıbbi belgeleme ve hukuki soruşturmaların İstanbul Protokolü’ne uygun yapılıp yapılmadığı araştırılmakta ve kararlar ona göre verilmektedir.”
Bu bağlamda gerek hekim, avukat, hakim ve savcılar ve gerekse olası “kötü” uygulamalarda yer alacak kamu görevlileri ve tüm olup biteni haberleştiren gazeteciler için “İnsan hakları ihlalleri ile ilgili hekim tutumu” belgesinin önemli kimi maddelerini olduğu gibi paylaşmakta yarar var:
• “Gözaltına alınanlar; alınma işlemi sonrası, gözaltında birim değiştirmelerde, periyodik olarak ve cezaevlerine alınmaları halinde cezaevi girişinde sağlık muayenelerinden geçirilmek zorundadırlar.”
• “Gözaltı muayeneleri kişilerin gözaltında tutulduğu yerlerde yapılamaz. Görüşmenin; hekimlik mesleğinin, özgürce, evrensel etik ilkeler ve bilimsel standartlara göre uygulandığı ve resmi otoritenin baskısının hissedilmediği bir sağlık ortamında yapılması zorunludur.”
• “Görüşme ve muayenede mahremiyet esastır. Değerlendirmeler, mahremiyetin sağlandığı, güvenlik görevlilerinin bulunmadığı bir sağlık ortamında ve hiçbir kısıtlayıcı araç (kelepçe, gözbağı vb.) olmadan yapılmalıdır.”
• “Gözaltı muayeneleri kişilerin gözaltında tutulduğu yerlerde yapılamaz. Görüşmenin; hekimlik mesleğinin, özgürce, evrensel etik ilkeler ve bilimsel standartlara göre uygulandığı ve resmi otoritenin baskısının hissedilmediği bir sağlık ortamında yapılması zorunludur.”
Hasılında TTB, TİHV ve ATUD uluslararası hukuk ve bildirgeler ışığında “hekimler, uygun ortam sağlanamaması ve kısıtlayıcı araç (kelepçe, gözbağı vb.) varlığında tıbbi değerlendirme ve muayeneye zorlanması durumunda, etik ve hukuki gerekçeleri belirterek tıbbi değerlenme sürecinden çekilmelidir.” demekte.
Peki, çocuk, kadın, yaşlı dahil binlerce sivil insanın katledildiği, tank, top bilimum silahla yaşam alanlarının yok edildiği sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş bölgelerde ve TBMM’nin bombalandığı, onbinlerce kamu çalışanının açığa alındığı, gözaltına alınıp tutuklandığı darbe girişimi sonrası ışığında hekimin bağımsız tıbbi karar verebilmesi o kadar kolay mı?
Bu koşullarda “hekimler yalnız değildir” diyebilmek ‘nasıl bir ülke ve dünya’ sorusuna yaşamın içinden verilecek bir yanıt niteliğinde.
Sağlıcakla kalın.