Zeki Gül’ün 20 Aralık 2017 tarihli Evrensel Gazetesi’nde yer alan köşe yazısı…
Tedavisi engellenmiş hasta mahpus bedenlerini adeta biyolojik silaha evirerek kendilerine karşı işkence aygıtına dönüştüren bir ahvali sorgulama zamanı gelmedi mi?
Tam da böyle bir ortamda trolümsü bir zat-ı muhteris TV programında endam eylemiş, yetmemiş yeni işkence yöntemleri için ısrarcı olmuş. Bilindiği üzere işkence bir insanlık suçu olup cezai sorumlulukta zaman aşımı yoktur. Ve Anayasa der ki : “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz”. Ve yetinmeyip devam etmiş: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Şimdi diyeceksiniz ki ‘Anayasa’yı dinleyen mi var?’ Olsun, biz yine de varmış gibi davranalım…
Bir ülkede işkence konusunda gerek faillerin gerekse yol göstericilerinin pervasızlığı ‘cezasızlık’ ile beslenir. Ama dedik ya bu konuda zaman aşımı yok, gün gelir devran döner, yasa aynı kalır hakimler değişir, ceza ise baki!
1990’lı yılların “Takşak Paşa”sını sanırım hatırlıyorsunuzdur. Hani “Tansu Hanım tak emrediyor, biz şak operasyon yapıyoruz” diyen paşa. Şimdi bu Cem Küçük çıkmış tak söylüyorum şak yapacaklar kıvamında konuşuyor.
TİHV ve İHD Bu konuda geçtiğimiz hafta ortak bir basın açıklaması yaptı. Ve dediler ki “Gazeteci” Cem Küçük’e hatırlatırız: İşkence mutlak olarak yasaktır, işkenceyi savunmak ya da övmek insanlığa karşı suçtur! Gazetecilik mesleğinin bağımsızlığını ve etik ilkelerini hiçe sayan bu zatın, sırtını dayadığı siyasal iktidardan güç alarak böylesine pervasızca konuşması insanın sahip olduğu onur ve değere saygı duyan hiç kimse tarafından kabul edilemez.”
Aslında işkencenin yöntem göstericileri Cem Küçük’ten ibaret değil. Hele söz konusu mahpuslar ise bu daha da artıyor. Cem Küçük işkence için kullanılmak üzere “Kişinin yüzüne ıslak havlu bırakılıp” işkence mağduru ta ki konuşuncaya dek her nefes alışta su ile boğulmasını önermişti. Şimdi soralım; astım krizine giren bir kişinin doktora ulaşımını ve tedavisini engellemek ile bu işkence yöntemi arasında ne fark var? ‘Cem Küçük işkencesinde’ de kişi adeta boğulur yani nefes alamaz, astım nöbetinde de. Buradan hareketle diyebiliriz ki, hasta bir mahpusun ızdırabı, hastalığı karşısında onun gerek ilaçlara gerekse doktora ulaşımını engellemek bir işkence yöntemidir. Hasta mahpusların özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı cezaevi koşullarında tedavi engeli insan bedenini kendisine karşı adeta biyolojik bir işkence aygıtına dönüştürür. Diğer bir örnekle, işkence için dişleri sökülen bir mağdur ile ağrıyan dişi için hücresinde kıvranan bir mahpusun tedavisinin engellenmesi arasında ağrı/eziyet bağlamında nasıl bir fark olabilir ki? Kullanımı yasaklanmış biyolojik silahların aslında en yaygın kullanılanı tedavisi engellenmiş hasta mahpusların bizzat kendi bedenleridir. Ve faili ister yönetici olsun ister sağlıkçı insanlığa karşı suç işlemektedir ve özünde bir işkence yöntemi olup zaman aşımı da yoktur.
Denebilir ki Cem Küçük’giller tam da bu yaygın ve örtülü işkence mutfağından, ‘cezasızlık’ verili durumundan beslenmektedir. Ama dedik ya gün olur Anayasa’yı ve hukuku hatırlar bu ülke…
Sağlıcakla kalın.