Basına ve Kamuoyuna
Çok değil, daha 4-5 gün önce, geçtiğimiz Cuma günü, kurumlarımız tarafından “26 Haziran Birleşmiş Milletler (BM) İşkence İle Mücadele ve İşkence Görenler İle Dayanışma Günü” nedeniyle ortak bir açıklama yaptık.
Açıklamamız da evrensel hukuk tarafından mutlak olarak yasaklanmasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkencenin Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu; ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren siyasal iktidarın, baskı ve kontrole dayalı yönetim tarzı sonucu tüm ülkenin işkence mekânı haline geldiğini belirtmiştik.
Bir kez daha bu tespitlerimizde ne denli haklı olduğumuzu görmenin derin üzüntüsü ve kaygısı içindeyiz. Oysa açıklamamızı yaparken, Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası sözleşmelere/belgelere, Anayasa’ya uyun, işkenceyi durdurun derken belki biraz utanırlar, sıkılırlar hiç olmaz ise bir süre için bile olsa böyle davranmaktan vazgeçerler diye umut etmiştik. Aldığımız yanıt ise pişkinlik ve pervasızlık oldu.
Ne var ki, insan hakları savunuculuğunun temel vasfı hiçbir şekilde umut etmekten vaz geçmeyerek, ihlaller son bulasıya ve failler davranışlarını değiştiresiye kadar hakikati sabırla, istikrarlı bir şekilde ve ısrarla dile getirmektir. Bu nedenle kısa bir süre içinde tekrar bir araya gelmekten, son birkaç gün içinde yaşanan işkence olaylarını ve hakikati dile getirmekten hiçbir şekilde sıkıntı ya da yorgunluk duymuyoruz.
İlk değinmek istediğimiz işkence ve diğer kötü muamele olayı, İzmir Şakran hapishanesinde tutulan ve 134 gündür açlık grevinde olan Özgür Karakaya ile Didem Akman’a 25 Haziran 2020 tarihinde bir gece yarısı operasyonuyla hapishane kampüsündeki hastaneye götürülerek zorla müdahale girişiminde bulunulmasıdır.
Özgür Karakaya ve Didem Akman, hapishane koşullarında maruz kaldıkları ihlallerin son bulması ve adil yargılanma talebiyle başlattıkları açlık grevini ölüm orucuna dönüştürmüş durumdadırlar.
Adil yargılanma, hukukun bugün içine düştüğü içler acısı koşullarda her yurttaşın en temel talebi haline gelmiştir. Diğer yandan hak temelli kurumlar olarak yakın zamanda hapishanelerin aşırı doluluğundan işkence ve kötü muamele niteliğindeki uygulamalara kadar yaşanan tüm hak ihlallerini tek tek ya da ortak hazırladığımız pek çok rapor ile belgelemiş ve yetkilileri uyarmış durumdayız. Hal böyle iken ihlalleri sonlandırmak, insanı ve yaşamı esas alan bir şekilde çözüm yolları bulmak yerine gösterilen ilgisizlik ve duyarsızlığının sonucu yakın bir zamanda açlık grevi yapan insanlar yaşamlarını yitirmiştir. Bu ölümlerin toplum vicdanında açtığı derin yaralar henüz kapanmamışken, siyasal iktidarın yeni ölümlere yol açmamak için çaba harcamak yerine açlık grevi yapanlara iradelerine rağmen zorla müdahaleyi meşru kılmaya yönelik girişimlerde bulunması akıl almaz ve kabul edilemez bir durumdur.
Açlık grevini sürdürmekte olan mahpuslara, kişinin onayı olmadığını halde “zorla müdahale ya da müdahale girişimleri” Türkiye’nin de taraf olduğu BM belgeleri dahil tüm uluslararası belgelerde belirtildiği üzere işkence ve diğer kötü muamele niteliğindedir ve tıbbi etik ilkelerine aykırı bir uygulamadır. Özellikle de yetkililerin tüm değersizleştirme ve önemsizleştirme çabalarına karşın uluslararası hukukta hasta haklarını düzenleyen öncü ve referans belgeler olarak kabul edilen Dünya Tabipler Birliğinin (DTB) Malta Bı̇ldirgesi ve beraberinde Tokyo Bildirgesi aynı zamanda hekimlerin bağlı kalmak zorunda oldukları etik ilkelere yer vermektedir. Bu anlamda, bir kişi – açlık grevcisi de dâhil olmak üzere – müdahaleyi reddettiği koşulda, hekimin görevi kişinin bu iradesine saygı göstermek ve zorla müdahalede bulunmamaktır. Hemen belirtmekte yarar var, kişinin bilinci açıkken verdiği karar bilinci kapandığında da aynen geçerlidir.
Kısacası her düzeyden yetkililere ve hekimlere bir kez da hatırlatmak işitiyoruz: Tüm bu uluslararası metinlere ve hekimlerin uymak zorunda oldukları meslek etik ilkelerine rağmen zorla müdahale hukuk dışıdır, işkencedir ve etik ilkelere aykırıdır. Yetkiler, evrensel hukuka ve Anayasa’ya aykırı emirler vermemeli, düzenlemeler yapmamalıdır. Hekimlerin de etik ilkeler ile çelişen düzenleme ve emirler ile karşılaştıklarında yapacakları tek şey etik ilkelere uygun davranmak olmalıdır.
İkinci olarak değinmek istediğimiz işkence olayı ise Halkların Demokratik Partisi (HDP) Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu ve Tevgera Jinên Azad (TJA) üyesi Sevil Rojbin Çetin’in, 26 Haziran 2020 tarihinde evine yapılan baskın sırasında kolluk güçlerinin ve beraberindeki özel eğitimli köpeklerin fiziki saldırısına maruz kalmasıdır. Üç buçuk saat boyunca maruz kaldığı cinsel taciz dahil, işkence ve kötü muamele niteliğindeki bu uygulamalar sonucunda Sevil Rojbin Çetin, vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanmış ve ruhsal olarak ağır bir örselenme yaşamıştır.
Kaygı verici olan ise bu uygulamanın Diyarbakır’da görev yapan kolluk güçleri tarafında rutin hale getirilmiş olmasıdır. Kısa bir süre önce, 3 Haziran 2020 tarihinde yine yapılan bir ev baskını sırasında Şeyhmus Yılmaz ve Menice Yılmaz isimli kişiler, benzer şekilde kolluk güçlerinin ve beraberindeki köpeklerin fiziki saldırısına maruz kalmışlar ve yaralanmışlardı. Olayın basına yansımasında sonra Diyarbakır Valiliği yaptığı bir açıklama ile evine baskın yapılan kişinin özel eğitimli köpeğe tekme attığını ve direndiğini, köpeğin de buna refleks gösterdiğini ve kasıtlı bir saldırı olmadığını belirtmişti. Tıpatıp benzer bir uygulamanın kısa aralıklar ile tekrar yaşanması, açıklandığı gibi spontane gelişen bir olay ile değil aksine yeni bir sistematik işkence uygulaması ile karşıya olduğumuzu düşündürmektedir.
26 Haziran İşkence Görenler ile Dayanışma günü vesilesiyle yaptığımız açıklama ve değerlendirmelerde son dönemlerde kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi gözaltı merkezleri dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında da ciddi artış görüldüğünü belirtmiş, özellikle de ev baskınları sırasında gözaltı işlemi henüz başlamamışken yaşanan işkence uygulamalarında görülen oransal artışa dikkat çekmiştik. Dolayısıyla Diyarbakır’dan yükselen işkence ve diğer kötü muamele iddialarının derhal etkin ve şeffaf biçimde soruşturulması ve sorumluların açığa çıkarılması gerektiğini yetkililere bir kez daha hatırlatıyoruz.
Sonuç olarak, biz aşağıda imzası olan kurumlar olarak ülkemizde ve dünyada işkencenin insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmasına hiçbir şekilde izin vermeyeceğiz. Her vesileyle işkencenin evrensel hukuk tarafından mutlak olarak yasaklandığını ısrarla dile getireceğiz. İzleyerek, belgeleyerek ve raporlayarak hakikati ortaya koymaya sabırla devam edeceğiz. İşkenceyi önlemenin ve cezasızlıkla mücadelenin asli olarak devletlerin sorumlu olduğunu söylemekten vaz geçmeyeceğiz.
Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Şubesi,
İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi,
Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği