05 Mart 2013 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Gülay Çetin/ Türkiye kararı ile Türkiye’yi insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ile ayrımcılık yasağından mahkûm etmiştir.
AİHM, Türkiye’yi, tutuklu iken yakalandığı kanser sonucu cezaevinde yaşamını yitiren Gülay Çetin’in hükümlülerin ağır hastalık nedeniyle serbest bırakabileceğine ilişkin hükümlerden, tutuklu olduğu için yararlandırılmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 3. (işkence yasağı) ve 14. (ayrımcılık yasağı) maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etmiştir.
Bu karar, insan hakları örgütlerince de uzun süredir ifade edilen sorunların altını çizmekte ve tutuklu ve hükümlü hastaların durumlarının tayini açısından yol gösterici bir öneme sahiptir. Nitekim AHİM Kararında, ağır hastalığı olan tutukluların korunmasına yönelik mevcut düzenlemelerin yeterince açık, öngörülebilir ve etkili olmadığı hüküm altına almakta; Adli Tıp Kurumu’nun tutuklu ve hükümlüleri heyet raporlarına rağmen muayene etmesi, dahası geç muayene etmesi eleştirilmektedir. Yanı sıra infazın geri bırakılmasına yönelik düzenlemenin tutuklu hastalar söz konusu olduğunda uygulanmaması ayrımcı bir muamele olarak tespit edilmektedir.
Ayrıca AİHM bu karında, Türkiye’ye çok önemli tavsiyeler/öneriler de bulunmaktadır. Buna göre:
- Yargıçlar, tutukluluk koşullarına ilişkin düzenlemelerde kişilerin sağlık durumları ile ilgili her türlü insani önlemi almakla yetkili kılınmalı;.
- Yargıtay’a yaşamının sonuna yaklaşanları serbest bırakmak konusunda yetki tanınmalı;
- Hükümlülere sağlık nedenleriyle tanınan infazın ertelenmesi ve af koşulları, tutuklular için de eşit bir şekilde sağlayacak düzenlemeler yapılmalı;
- Resmi adli tıp muayeneleri usulü sadeleştirilmeli ve hastalar gecikmelere ya da hatalı yargılamalara terk edilmemelidir.
Bilindiği gibi 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, 16. maddesinde sadece hükümlüler açısında düzenleme yapmakta ve hapis cezalarının infazının hükümlünün hastalığı nedeniyle ertelenebileceğini hüküm altına almaktadır. Ancak, bu geri bırakma kararı, hükümlünün “hastalığının hayatı için kesin tehlike teşkil ettiğinin Adli Tıp Kurumunca belirlenmesi yahut tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip, Adli Tıp Kurumunca onaylanması” halinde alınmaktadır.
24 Ocak 2013 tarihinde kabul edilen 6411 Sayılı Kanun, infazın geri bırakılma koşullarını genişletmiştir. Buna göre; hükümlünün cezasının infazı, “maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettirememesi ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi” halinde geri bırakılabilecektir. Görüldüğü üzere, geri bırakma kararı koşulları arttırılmakla birlikte, “toplum güvenliğini tehlikeye düşürmemek” olarak ifade edilen belirsiz, öngörülebilirlikten uzak, kesin olmayan nitelikte kavram dizinleri ile aslında düzenlemenin uygulanması da güçleştirilmiştir.
SES, TİHV ve İHD tarafından hazırlanan ve 18 Şubat 2013 tarihinde kamuoyu ile paylaşılan “Cezaevleri ve Sağlık Raporu”nda da belirtildiği üzere hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılmasında Adli Tıp Kurumu kararının tek belirleyici olması; Kurumun kişiye daha çok eza veren muayene için sevk koşullarını dayatması; Tutuklu ve hükümlülerin çoğunlukla ‘mahpus koğuşlarında’ tedavi edilmesine karar verilmesi hasta hakları ile de tutuklu ve hükümlülerin sağlık hakları ile de bağdaşmamaktadır. Nitekim ,bizim tespit edebildiğimiz, sadece 2012 yılında hastalık nedeniyle cezaevinde 13 kişi yaşamını yitirmiştir.
Gelinen noktada Türkiye, 09.12.2003 tarihinde onaylanan “Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi”nin gereklerini yerine getirmek ve tüm tutuklu ve hükümlülere uygun nitelikte, adil bir şekilde sağlık hizmeti vermek ve serbest bırakılma dâhil olmak üzere, tüm hak ve özgürlüklerine saygı göstermek zorundadır. Bu bağlamda Gülay Çetin/Türkiye kararında da ifade edildiği üzere tutuklu hükümlü ayrımı sona erdirilmeli, ‘toplum güvenliğini tehlikeye düşürmek’ gibi belirsiz şartlardan vazgeçilmeli, hasta tutuklu ve hükümlülerin sağlık hakları güvence altına alınmalıdır. 6411 sayılı Kanun ile getirilen ek düzenleme tüm kesimlere yaygınlaştırılmalıdır. Adalet Bakanlığı, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı arasındaki Üçlü ve İkili Protokoller 5275 sayılı Kanunun 71. maddesi ile uluslararası kurallara ve etik ilkelere uygun hale getirilmeli, Adalet Bakanlığı’nın bir an önce hapishanelere hastane ve revir yaparak nitelikli personel ihtiyacını karşılaması gerekmektedir.
Kısacası; AİHM kararı gereği de hasta tutuklu ve hükümlülerin, yaşam standartları ve sağlıkları açısından alıkonulmaya devam edilmesinin işkence yasağının ihlali olduğunu hatırlatıyor,
2013 yılı itibarıyla, elimizdeki veriler gereği en az 309 hasta tutuklu ve hükümlü cezaevinde alıkonulmaktadır. Bu kişilerin derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşamını yitirmesinde sorumlu olan Adli Tıp Kurumu yetkilileri ve ilgili kişiler hakkında soruşturma açılmasını talep ediyoruz.
6411 sayılı Kanunla getirilen “toplum güvenliğini tehlikeye düşürmemek” gibi kayıtlardan vazgeçilmesini talep ediyoruz.
Hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılmasında bağımsız hekim raporlarının dayanak kılınmasını, yeterli görülmesini; Adli Tıp Kurumunun özerk yapıya kavuşturulmasını talep ediyoruz.
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI