Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği ihlal kararlarının gerekliliklerinin yerine getirilip getirilmediğini denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, 15 – 17 Eylül 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen 1537. Toplantısı’nda aldığı Batı ve diğerleri dava grubunun kapatılması kararının ardından kamuoyuna açıklama yapmak ve başta Bakanlar Komitesi olmak üzere tüm ilgililere yönelik açık bir çağrıda bulunmak bir zorunluluk haline gelmiştir.
Zira Bakanlar Komitesi’nin bu kararı, Türkiye’de işkence ve diğer kötü muamele gerçeğinin görünmez kılınmasına yönelik çabalara bir uluslararası insan hakları mekanizmasının alet olması anlamına gelmekte ve başta Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde işkence ve diğer kötü muameleye karşı yürütülen mücadeleye açıkça zarar vermektedir.
Bilindiği gibi Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, işkenceyi mutlak olarak yasaklamaktadır. Ne yazık ki bu mutlak yasağa rağmen, Türkiye’de işkence ve diğer kötü muamele halen devam eden ve son dönemlerde tüm yakıcılığı ile hissedilen sistematik bir olgudur. Bu nedenledir ki, AİHM, Türkiye’den yapılan yüzlerce başvuruda Türkiye’nin işkence yasağını gerek maddi gerekse de usulü olarak sistematik şekilde ihlal ettiğine kanaat getirmiştir. AİHM’in bu yönde verdiği kararlar, gereğinin yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi için AİHS’in 46. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Bakanlar Komitesi’ne iletilmiştir.
Bakanlar Komitesi, 2011 yılında yapılan reformun ardından AİHM kararlarının uygulanmasını “ikili yöntemle” denetlemektedir: “standart denetim” ve “gelişmiş denetim.” Bakanlar Komitesi, sistematik sorunlara işaret eden kararları “öncü karar” olarak nitelendirmekte ve bu kararlara ilişkin “genel tedbirler” alınmasını istemektedir. Ayrıca, “tekrarlayan kararlar” da bu öncü kararların altında toplanmakta ve AİHM’in belirttiği hususların uygulanıp uygulanmadığı denetlenerek sistematik sorunların çözülüp çözülmediği incelenmektedir.
Bu açıklamanın yazıldığı tarihe kadar Bakanlar Komitesi’nin önüne Türkiye’nin AİHS’i çeşitli yönlerden ihlal ettiğine kanaat getirilen toplamda 900 “öncü” ve 6778 “tekrarlayan” karar gelmiştir. Öncü kararlardan 614’ünün denetlenmesine, “denetimin başka grup içerisinde devam ettirilmesi” veya “genel tedbirlerin yerine getirilmiş olması” gibi çeşitli sebeplerle son verilmiş olsa da 286 “öncü” kararda halen Türkiye’nin sistematik sorunları çözmeye yönelik gerekli adımları atması beklenmektedir. Ancak, Türkiye’nin “yaşam hakkı” ve “işkence yasağı”nı ihlal ettiğine ilişkin kararları barındıran Batı ve diğerleri dava grubunun, Bakanlar Komitesi’nin 1537. Toplantısı’nda alınan kararla ile kapatılması birçok yönden ilk ve çok tehlikeli bir örnek olmuştur.
“Öncü” karar olarak nitelendirildiği ilk andan kapatılana kadar, Türkiye’nin “yaşam hakkı” ve “işkence yasağı”nı ihlal ettiğine ilişkin 152 “tekrarlayan” kararın altında gruplandırıldığı Batı ve diğerleri dava grubu, 1994 ile 2013 yılları arasında polis ve güvenlik güçlerinin faili olduğu öldürme, işkence ve diğer kötü muamele ile işkence ve diğer kötü muameleye varan güç kullanımı ile ilgili soruşturma, cezai kovuşturma ve idari disiplin işlemlerinin etkisizliği ile ilgilidir. Bu dava grubunda yer alan başvurulara konu kişiler, yakalama ya da gözaltı sırasında veya barışçıl gösterilere müdahale sırasında yaşamlarını kaybetmiş ve/veya işkence ve diğer kötü muameleye maruz bırakılmışlardır. Bu dava grubuna daha sonra, Berkin Elvan’ın kolluk görevlileri tarafından öldürülmesine ilişkin AİHM’in usul yönünden “yaşam hakkı” ihlali verdiği Elvan/Türkiye kararı da eklenmiş ve her iki grubun birlikte denetlenmesine karar verilmiştir. Çünkü hem Batı ve diğerleri hem de Elvan kararları, devlet görevlilerinin fail olduğu öldürme ile işkence ve diğer kötü muamele vakalarında sistematik bir cezasızlık olduğuna işaret etmektedir.
Türkiye, Batı ve diğerleri grubuna yıllardır, Elvan grubuna ise son birkaç yıldır sunduğu “faaliyet planı” ve “faaliyet raporlarında” sistematik sorunları çözdüğünü iddia etmektedir. Devlet tarafından Bakanlar Komitesi’ne “usulen” yapılan bu bildirimlerde, sistematik sorunların çözümüne yönelik atılan adımlara dair hiçbir somut bilgi sunulmamış ve hatta sıklıkla gerçeklikten uzak bilgiler paylaşılmıştır. Benzer şekilde, Türkiye, 11 Temmuz 2025 tarihinde Bakanlar Komitesi’ne sunduğu son “faaliyet raporu”nda ceza hukuku ve idare alanındaki reformlara, “işkenceye karşı sıfır tolerans” politikasına ve kolluk kuvvetleri için yürütülen eğitim programlarına atıf yaparak soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde bağımsızlık ve etkinliğin sağlandığını ileri sürmüştür. Yetkililer, hapishanelerde ve diğer alıkoyma mekânlarında sağlık, denetim ve kamera sistemleri gibi önlemlerle işkence ve diğer kötü muamelenin önüne geçildiğini iddia etmiş ancak bu iddiayı destekleyecek herhangi bir somut veri sunmamıştır. Kısacası, Türkiye, raporunda esas olarak daha önce yetersiz oldukları bizzat Bakanlar Komitesi tarafından dile getirilen mevzuat ve prosedürlerin varlığını tekrarlamış ancak bir önceki denetim dönemlerinde insan hakları örgütleri tarafından ortaya koyulan işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının ve cezasızlığın devam ettiğine dair eleştirilere yanıt vermemiştir.
Buna karşılık, insan hakları örgütleri, Bakanlar Komitesi Kuralları’nın 9. maddesi 2. fıkrası uyarınca yaptıkları bildirimlerle, Türkiye’deki sistematik sorunları veriye dayalı olarak açıkça ortaya koymuş ve Bakanlar Komitesi’ni defalarca bu sistematik sorunların çözümü için daha tutarlı ve kuvvetli bir tutum almaya davet etmiştir. Öyle ki yıllardır birlikte Batı ve diğerleri grubuna 9.2 bildirimi yapan TİHV, Hafıza Merkezi ve İnsan Hakları Derneği (İHD), 29 Temmuz 2025 tarihinde yaptıkları ve TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’nden gelen verileri de içeren son bildirimde Türkiye’de işkence ve diğer kötü muamelenin devam ettiğini, güncelliği nedeniyle 19 Mart 2025 tarihi itibarıyla başlayan süreç[1] üzerinden, verilere dayalı olarak çarpıcı biçimde ortaya koymuştur.[2] TİHV, Hafıza Merkezi ve İHD, 19 Mart 2025 sonrası süreçte, Türkiye’de barışçıl toplanma ve ifade özgürlüğüne yönelik yaygın ve sistematik ihlallerin yanı sıra çok sayıda insanın tanıklığında, pek çok kurumun raporlarında ve maruz kalanların anlatımlarında yer alan işkence ve diğer kötü muamele kapsamında çok sayıda inandırıcı ihlal iddiasını, aleni eylemin varlığını ve buna karşın ihlallerin etkin bir şekilde soruşturulmadığını Bakanlar Komitesi ile paylaşmıştır. Söz konusu bildirimde belirtildiği gibi;
- Barışçıl gösterilere katılan binlerce kişi, yakın mesafeden biber gazı ve plastik mermilerle hedef alınma, toplu halde fiziksel şiddete maruz bırakılma, ters kelepçeyle sürüklenme, basınçlı suya maruz bırakılma gibi yöntemlerle işkence ve diğer kötü muameleye maruz bırakılmıştır. Maruz kalınan gaz kullanımının süresi ve yoğunluğu sağlık sorunlarına yol açmış; bir protestocu gözünü kaybetmiş, çok sayıda kişi ise baş ve yüz bölgesinden yaralanmıştır.
- Bununla birlikte, gözaltı ve tutukluluk sürecinde de işkence ve diğer kötü muamelenin devam ettiğine dair çok sayıda inandırıcı iddia ve aleni eylemler bulunmaktadır. Bu iddialara göre; gözaltına alınan kişiler saatlerce ters kelepçeyle tutulmuş, ilaç, yiyecek ve tuvalet gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmış, çıplak arama ve cinsel saldırı tehdidi şeklinde ortaya çıkan cinsel işkence uygulamalarına maruz bırakılmıştır. Basına yansıyan çeşitli haberlere göre, tutuklanan en az 32 kişinin hapishanelerde de fiziksel şiddet, tecrit, temel ihtiyaçların engellenmesi ve uzak hapishanelere sürgün edilme gibi işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarına maruz bırakıldığı belirtilmektedir.
- Daha da vahimi, yetkililer işkence iddialarını rutin bir uygulamaya dönüşmüş şekilde, hiçbir etkili soruşturma süreci başlatmaksızın derhal “asılsız” ve “dezenformasyon” olarak nitelendirmiş ve işkenceyi ifşa eden vatandaşlar cezalandırılmış ve işkenceye uğrayan kişilere yönelik misillemeler olmuştur.
Bakanlar Komitesi, Batı ve diğerleri dava grubunun da aralarında olduğu dava gruplarını incelemek üzere 15 – 17 Eylül 2025 tarihinde Strazburg’ta bir araya gelmiştir. 18 Eylül 2025 tarihinde denetimlere ilişkin kararlarını açıklayan Bakanlar Komitesi, dava grubunu ilgilendiren sistematik sorunların Türkiye tarafından halen çözülmediğine dair yalnızca bir yıl önceki kararının tam tersi şekilde “devlet görevlilerinin eylemlerine ilişkin soruşturma ve ceza yargılamalarının etkisizliği ile ilgili uzun süredir devam eden sorunları ele almak için kabul edilen bir dizi genel önlem sayesinde elde edilen önemli gelişmeleri ve ilerlemeleri dikkate alarak” Batı ve diğerleri dava grubunun denetlenmesinin sonlandırılmasına karar vermiştir. İşkence yasağı ve yaşam hakkı ihlallerine yol açan, mevzuat başta olmak üzere sistematik ve yapısal sorunlar ile uygulamaların herhangi bir şekilde olumlu anlamda değişmediğini dikkate almayan Bakanlar Komitesi, diğerlerinin yanı sıra aşağıda paylaşılan şu gerekçeleri öne sürmüştür:
- Batı ve diğerleri grubu altındaki 144 “tekrarlayan” kararın verildiği davalara ilişkin yeniden yargılama vb. “bireysel tedbirlerin” zamanaşımı gerekçesiyle artık mümkün olmadığını bizzat kendisi ifade eden Bakanlar Komitesi, “Benzer ihlallerin önlenmesi için muhatap devletin gösterdiği önemli çabaları ve önemli yasal ve kurumsal reformları içeren bir dizi önemli genel önlemi kabul etmesini memnuniyet ile karşıla[mıştır].”
- Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Komite’nin yalnızca bir yıl önce yayımladığı Sonuç Gözlemleri’nde özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin işkence ve diğer kötü muameleye karşı korunmaları için hayati öneme sahip temel hukuki ve usulü güvencelerin zayıflatılmasının endişe ile karşılandığı belirtilmiş ve Komite, Türkiye’yi “tüm temel hukuk güvencelerinin, alıkonulan tüm kişiler için özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları andan itibaren hem yasada hem de uygulamada güvence altına alınmasını” garanti etmeye davet etmiştir.[3] BM İşkenceye Karşı Komite’nin bu konudaki somut önerileri hiçbir şekilde gündeme alınmayarak, 19 Mart ve sonrası süreçte çok farklı kentlerde gözaltı sürelerinin keyfi bir şekilde dört güne kadar uzatıldığı, 24 saate kadar avukata erişim kısıtlamasının rutin bir uygulamaya dönüştürüldüğü, gözaltına alınan kişilerin sağlık muayenelerini yapmak üzere resmi yazı ya da sözlü bildirimlerle hekimlerin gözaltına alınan kişilerin tutulduğu, İl Emniyet Müdürlükleri veya diğer yerlerde görevlendirildiği gerçekliğine ve dahası yıllardır süren denetimde ortaya çıkan kendi gerçekliğine rağmen Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin temel usul ve hukuk güvencelerine sağlamaya yönelik attığını iddia ettiği adımları, kendisine ikna edici herhangi bir bilgi sunulmamasına rağmen yine “memnuniyet” ile karşılamıştır.
- Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin faaliyet raporunda bahsi geçen Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni de “memnuniyet” ile karşılamıştır. Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin faaliyet raporunda içeriğine dair hiçbir şekilde detaylı bilgi sunmadığı bu belgede “işkence” kelimesinin yalnızca bir kez geçtiği[4] gerçeğini dahi görmezden gelmiştir.
- Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi Önceki Dönem İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic’in raporunda da Can Atalay örneği üzerinden dikkat çekilen[5] Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının uygulanmamasına ilişkin sistematik sorunu tamamen görmezden gelerek AYM’yi “cezasızlığa karşı koruma ve [cezasızlığa karşı] mücadele” konusunda güçlü bir mekanizma olarak kabul etmiştir. Aynı cümle içerisinde bu kabulün, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne benzer başvuruların yapılmasına pek mahal bırakmayacağı” sonucuna yer verilmesi ise son derece manidardır.
- Son olarak ise Bakanlar Komitesi, Batı ve diğerleri grubunun denetiminin sonlandırılmasına “işkenceyle mücadele ve sürekli yargı reformları konusunda yetkililerin kararlılığını teyit eden, kararlı, net ve sürekli üst düzey siyasi mesajları” gerekçe göstermiştir. Bu gerekçe, Bakanlar Komitesi’nin insan hakları örgütleri tarafından kendisine sunulan ve yetkililerin defalarca işkence ve diğer kötü muamele iddialarını hiçbir soruşturma yürütülmeden inkâr yoluna gittiklerine ve hatta işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarını ifşa edenlerin tehdit edildiğine dair verileri bütünüyle görmezden gelmiştir.
En son 19 Mart sürecinde yaşanan ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine rağmen Türkiye’deki işkence ve diğer kötü muamele gerçekliğini görünmez kılmaya hizmet eden bu kararın gerekçeleri, söz konusu kararın insan hakları temelli bir yaklaşımla alınmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu karar, hakikatten öylesine uzaktır ki bizzat Avrupa Konseyi organları tarafından durumun ciddiyeti karşısında yapılan tüm açıklama[6] ve çalışmaları[7] dahi görmezden gelmiştir. Dolayısıyla bu karar, uluslararası insan hakları rejiminin uzunca bir süredir içerisinde olduğu krizin en somut ve güncel örneklerinden biridir. İnsan hakları temelli rejim fikrinden hızla uzaklaşan devletler, uluslararası insan hakları mekanizmalarını işlevsiz hale getirmeye çalışmaktadır. Batı ve diğerleri kararı da göstermektedir ki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de ne yazık ki, bu durumdan muaf değildir. Son yıllarda AİHM tarafından Türkiye’nin temel hakları AİHS’te belirtilen istisnai sebepler dışında siyasi saiklerle kısıtlayarak ihlal ettiğine işaret eden çok sayıda Madde 18 ihlali kararı verilmesine rağmen adım atmaktan çekinen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, bu kararıyla kendisinin de varlık sebebi olan evrensel insan hakları ilkelerinden vazgeçtiği ve siyasi faktörlerden etkilendiği izlenimine yol açmaktadır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu kararının, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada birçok zorluk ve fedakârlıkla yürütülen işkence ve diğer kötü muameleye karşı mücadeleye ciddi zarar verdiği kanısındayız:
- Ortada tüm çıplaklığıyla duran hakikate rağmen verilen bu karar, Türkiye’deki sistematik uygulamaların ve cezasızlığın sonucu olarak işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalan kişilerin giderime erişim hakkının son derece ciddi ihlali anlamına gelmektedir. Kararın gerekçelerinde açıkça belirtildiği gibi işkenceye maruz bırakılan birçok kişinin, kararları ısrarlı biçimde uygulanmayan AYM’ye takılma ve son zamanlarda ciddi olarak etkisi sınırlanmış olsa da insan hakları ihlallerine maruz kalan kişiler için önemli bir mekanizma olan AİHM nezdinde adalete erişim hakkından mahrum bırakılma riski büyüktür.
- Batı ve diğerleri dava grubunun kapatılmasıyla, uzun yıllardır işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarına karşı mücadele eden ve aynı zamanda işkenceye karşı küresel mücadelenin kazanımları da olan kazanımlar elde eden, Türkiye’deki mevcut kuralsızlık, belirsizlik ve keyfilik rejimi koşullarında her şeye rağmen bu mücadeleyi sürdürmeye çalışan insan hakları savunucuları açısından önemli bir savunuculuk mecrasının da önü kapatılmış olacaktır.
- Bakanlar Komitesi’nin uluslararası taahhütlerini yerine getirmekten imtina eden ihlalci devletlere adeta teşvik edici bir mesaj niteliğindeki bu kararı, böylelikle İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır yıkım ve acıların bir daha asla tekrar etmemesi amacıyla bir barış ve insan hakları sistemi olarak tasarlanan Avrupa Konseyi’nin kurucu ilke ve değerlerinin[8] zarar görmesine de yol açmıştır.
Yukarıda belirtilen husus ve gerekçelerden hareketle kurumlarımız, Avrupa Konseyi’ne açıkça şu çağrıyı yapmaktadır:
- Avrupa Konseyi, Kurucu Değer ve İlkelerini Hatırlamalıdır!
- Avrupa Konseyi, insan hakları ihlallerinin üzerinin örtülmesine değil, hakikatin görünür kılınmasına hizmet eden bir rol üstlenmek zorundadır. Aksi halde verilen mesaj, yalnızca Türkiye için değil, diğer üye devletler açısından da “ağır ihlallerin cezasız kalacağı” anlamına gelecektir.
- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin sunduğu “şekli raporları” esas alarak gerçekleri görmezden gelmekten vazgeçmelidir.
- Bakanlar Komitesi kararları, siyasî etkenlerden bağımsız olarak yalnızca evrensel insan hakları ilkelerine dayalı olarak alınmalıdır.
- Avrupa Konseyi, AİHS’in 3. maddesi kapsamında işkence yasağının mutlak niteliğini her koşulda korumalıdır.
- Denetim Süreci Yeniden Açılmalıdır![9]
- 19 Mart 2025 itibarıyla başlayan sürecin bir kez daha gösterdiği gibi işkence yasağı ihlali ve yaşam hakkı ihlaline sebep olan mevzuat başta olmak üzere sistematik ve yapısal sorunlar ile uygulamaların herhangi bir şekilde olumlu anlamda değişmediği dikkate alınarak Batı ve diğerleri dava grubunun kapatılması kararı geri alınmalı ve Türkiye’nin işkence ve diğer kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının korunmasına ilişkin yükümlülükleri titizlikle izlenmeye devam edilmelidir.
- AİHM kararlarının uygulanıp uygulanmadığının yalnızca devletin “faaliyet raporları” ile değil, bağımsız kaynakların, sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı rapor ve verilerle karşılaştırmalı olarak denetlenmesinin yol ve yöntemleri daha da geliştirilmelidir.
- Türkiye’den Somut Adımlar Atması Talep Edilmelidir!
- İşkence ve diğer kötü muamele iddialarına ilişkin etkili, bağımsız ve tarafsız soruşturmaların yapılması ve cezasızlığın ortadan kaldırılması için açık takvimli bir yol haritası oluşturulması Türkiye’den talep edilmelidir.
- Hapishaneler başta olmak üzere tüm alıkoyma mekânlarının insan hakları örgütlerinin denetimine açılması talep edilmelidir.
- İşkence ve diğer kötü muameleye dair rapor edilen vakalara ilişkin şeffaf veri paylaşımı yapması Türkiye’den talep edilmelidir.
- İşkenceye Karşı Mücadeleye Yönelik Misilleme ve Baskılar Son Bulmalıdır!
- Avrupa Konseyi, işkenceyi ifşa eden, işkence görenlere destek olan insan hakları örgütleri ve savunucularına yönelik baskıların ve misillemelerin durdurulması için açık ve güçlü bir çağrı yapmalıdır.
Dünyanın çeşitli yerlerinde insan hakları değerlerinin korunması ve geliştirilmesi için mücadele veren 22 insan hakları savunucusunun imzasını taşıyan ve 21 Eylül 2025 tarihinde küresel insan hakları ortamıyla paylaşılan “İstanbul Bildirisi”nde[10] kuvvetli şekilde vurgulandığı gibi “Bir yerdeki insan hakları ihlali, her yerde insan hakları ihlalidir!” Bu gerçeklikten hareket eden kurumlarımız, başta işkenceye karşı küresel mücadele hareketi olmak üzere tüm insan hakları hareketlerine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kabul edilemez bu kararına güçlü şekilde karşı çıkma çağrısı da yapmaktadır. Uluslararası insan hakları rejiminin içinde olduğu krizden çıkış, yalnızca itirazımızı örgütleyebildiğimiz ve daha da önemlisi HEPİMİZİN ORTAK KAZANIMI olan uluslararası insan hakları mekanizmalarına sahip çıkabildiğimiz ölçüde mümkün olacaktır.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Hafıza Merkezi ve İnsan Hakları Derneği (İHD)
[1] 19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile kimi ilçe belediye başkanları başta olmak üzere çok sayıda yurttaşın gözaltına alınması ile başlayan süreçte Türkiye’nin pek çok bölgesinde çok sayıda insan demokratik tepkilerini ifade etmek için esas olarak barışçıl toplantı ve gösterilere katılmıştır.
[2] Rule 9.2 – Communication from NGOs (Truth Justice Memory Center (Hafıza Merkezi), Human Rights Association (İnsan Hakları Derneği), and Human Rights Foundation of Turkey (Türkiye İnsan Hakları Vakfı)) (29/07/2025) in the Bati and Others group of cases v. Turkey (Application No. 33097/96),
https://hudoc.exec.coe.int/?i=DH-DD(2025)899E.
[3] United Nations Committee Against Torture (14 Ağustos 2024), Concluding observations on the fifth periodic report of Türkiye, paras. 12 – 13.
[4] Söz konusu belgede “işkence” kelimesi yalnızca Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun (TİHEK) faaliyetleri sıralanırken kullanılmıştır. Kendi içinde ciddi sorunları olan ve Mayıs 2019 tarihinde açıklanan bir önceki Yargı Reformu Stratejisi’nde dahi “işkence” kelimesi 15 kez kullanılmıştır. Bkz. Yargı Reformu Stratejisi, https://sgb.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/yargi-reformu-stratejisi-belgesi24012025044011.
[5] Commissioner for Human Rights of Council of Europe Dunja Mijatović (5 March 2024). Memorandum on freedom of expression and of the media, human rights defenders and civil society in Türkiye, para. 54. https://rm.coe.int/memorandum-on-freedom-of-expression-and-of-the-media-human-rights-defe/1680aebf3d.
[6] Örneğin bkz. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (10 Nisan 2025), Assembly calls for ‘immediate release’ of Mayor of Istanbul, whose arrest and detention ‘appear politically-motivated’,
[7] Örneğin, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) tarafından, “özellikle 19 Mart 2025 tarihinden bu yana düzenlenen kamuya açık gösteriler bağlamında, kolluk görevlileri tarafından özgürlüklerinden mahrum bırakılan kişilere uygulanan muamele ve koruma önlemlerini incelemek” temel amacı ile 7-11 Nisan 2025 tarihleri arasında Türkiye’ye, raporu henüz yayınlanmayan, bir ad hoc ziyaret gerçekleştirilmiştir. bkz.,
[8] Statute of the Council of Europe, https://rm.coe.int/1680306052.
[9] Bakanlar Komitesi’nin “İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (bundan sonra ‘Sözleşme’ olarak anılacaktır) Avrupa’da insan haklarının korunması için temel referans noktası olmaya devam etmesi gerektiği” yönündeki kararlılığını hatırlatarak ve Sözleşme ile kurulan kontrol sisteminin uzun vadeli etkinliğini garanti altına almak için önlemler alma taahhüdünü hatırlatarak (Res(2004)3) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46/2. maddesi uyarınca AİHM kararlarının uygulanmasının denetlenmesi konusunda mutlak yetkiye sahip olduğunu hatırlatarak, Bakanlar Komitesi, genel tedbirler ile ilgili olarak Batı ve diğer grup davalarının incelenmesini yeniden başlatabilir. Res(2004)3 – Bakanlar Komitesi’nin temel sistemik bir sorunu ortaya koyan kararlar hakkında kararı (Bakanlar Komitesi tarafından 12 Mayıs 2004 tarihinde 114. Oturumunda kabul edilmiştir), https://search.coe.int/cm?i=091259488020bd83. Ayrıca bkz. 1201. DH Toplantısı (3-5 Haziran 2013) – McKerr’in Birleşik Krallık aleyhine açtığı dava (28883/95) (ve yedi benzer dava) grubu – Kuzey İrlanda’da güvenlik güçlerinin eylemlerine ilişkin davalar: alınan bireysel ve genel önlemlerin özeti ve çözülmemiş soruların belirlenmesi – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Uygulanması Dairesi tarafından hazırlanan memorandum, https://hudoc.exec.coe.int/?i=CM/Inf/DH(2014)16revE
[10] İstanbul Bildirisi: Küresel İnsan Hakları Krizine Karşı Mücadele Çağrısı, https://tihv.org.tr/duyurular/istanbul-bildirisi-kuresel-insan-haklari-krizine-karsi-mucadele-cagrisi/.