12 Haziran Milletvekili Genel Seçimi Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli sonuçlara yol açacak tarihsel bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. Bu seçimde Türkiye toplumu ya özgürleşme adına insan hakları, demokratikleşme ve barıştan yana ya da güvenlik adına vesayet rejiminin ve statükonun devamından yana bir tercihte bulunacak. Buna karşın böylesine önem atfedilen bir seçim sürecinde siyasal gerilimlerin ve şiddetin tırmanışa geçmesi bizleri kaygılandırıyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) olarak her zaman dile getirdiğimiz gibi şiddet kamusal/siyasal alanı tahrip eden bir olgudur. Şiddetin egemen olması siyasal alanın asli aracı olan sözün ilga edilmesinden başka bir şey değildir. Sözün/konuşmanın yok olduğu bir ortamda ise toplumun özgür iradesiyle tercihte bulunabilmesi mümkün değildir. Bu durum ise seçim sonuçlarının dolayısıyla da Türkiye demokrasisinin kanlı ve şaibeli hale gelmesi demektir.
BDP’nin “anadilde eğitim”, “siyasi tutukluların serbest bırakılması”, “askeri ve siyasi operasyonların durdurulması” ve “yüzde 10 barajın kaldırılması” gibi talepler ile 24 Mart 2011 tarihinde başlattığı sivil itaatsizlik eylemlerinden bu yana başta yaşam hakkı ihlalleri olmak üzere örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve siyasal faaliyete katılma özgürlüğü dahil olmak üzere yaşanan insan hakkı ihlallerindeki artış bu kaygımızı arttırmakta ve derinleştirmektedir.
TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin günlük basını tarayarak elde ettiği verilere göre 2011 yılının Ocak ve Şubat aylarında hiç çatışma ve yaşam hakkı ihlali yaşanmazken Mart başından bu yana ihlallerde dramatik bir artış söz konusudur. 1 Mart 2011’den 24 Mart 2011 tarihinde kadar çatışmalarda 7 militan ölmüş, biri asker, biri polis, biri geçici köy korucusu, biri sivil olmak üzere toplam 4 kişi yaralanmıştır. Siyasal gerilimin tırmanış gösterdiği 24 Mart 2011 tarihinden bu yana ise 33’ü militan, 4’ü asker, 3’ü polis, 1’i geçici köy korucusu olmak üzere toplam 41 kişi çatışmalarda yaşamını yitirmiş, 16’sı asker, 5’i polis, 1’i geçici köy korucusu olmak üzere 22 kişi ise yaralanmıştır. Böylelikle Mart başından bu yana toplam 48 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştır.
Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre BDP’nin başlattığı sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında ülkenin pek çok yerinde kurulan “Demokratik Çözüm Çadırları”na ve gerçekleştirilen sivil itaatsizlik eylemlerine yönelik olarak güvenlik güçleri 57 kez müdahalede bulunmuştur. Gerek bu müdahaleler sırasında gerekse Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) “Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu”nun bağımsız milletvekili adaylarından yedisinin başvurusunu reddetmesi üzerine çıkan olaylar ve yanı sıra süre giden KCK operasyonlarıyla birlikte çıkan olaylar sırasında biri faili meçhul üç kişi yaşamını yitirmiş, 222 kişi yaralanmıştır. Bu süreçte 1381 kişi gözaltına alınırken bunlardan 24’ü çocuk olmak üzere 374’ü tutuklanmıştır.
Ayrıca, seçim çalışmalarının yoğunlaştığı aynı dönemde İstanbul’da 15, Diyarbakır’da 3, Hakkâri’de 3, Van’da 2, Adana’da 2 Mersin’de 2, Mardin’de 2, diğer Güneydoğu illerinde 8 ve batı illerinde 3 olmak üzere toplam 40 parti binasına ve 2 seçim otobüsüne yönelik molotofkokteyli, ses bombası ve taş atmak, silah kullanmak, kundaklamak vb yollarla maddi hasara yol açacak biçimde saldırılar gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıların 24’ü AK Parti, 8‘i BDP, 4’ü CHP, 2’si MHP, biri HAS Parti, biri BBP binalarına yöneliktir.
Sayıların önümüze koyduğu tablo vahimdir. Seçim günü yaklaştıkça partiler arasında siyasal rekabet ve söylemin dozunun artmasıyla sayıların daha da artmasından ve önümüze daha kara bir tablo çıkmasından kaygı duyuyoruz. Böylesi tırmanan bir şiddet ortamında seçime gidilmesinin çok uzun yıllar telafi edilemeyecek ağır sonuçları olacaktır.
Kısacası başta siyasal iktidar ve yetkililer olmak üzere seçim yarışına girmiş olan herkesi, her kesimi sağduyulu ve sorumlu olmaya davet ediyoruz. Askeri ve siyasal operasyonlar derhal durdurulmalı, her türden insan hakkı ihlaline ve şiddete son verilmelidir. Zira kanla yıkanmış bir seçim sürecinden hiç kimsenin siyasal bir yarar sağlayamayacağı açıktır. Aksine kaybeden Türkiye toplumu, demokrasisi ve barışı olacaktır.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı | 18 Mayıs 2013