Dünyanın ve Türkiye’nin koronavirüs salgınıyla mücadele ettiği ve her gün binlerce kişinin hayatını yitirdiği olağandışı günler yaşıyoruz. Böylesi bir dönemde, toplumsal fayda sağlamanın kapsayıcılığı açısından insan haklarına, hak savunucularının çalışmalarına ve varoluşlarına saygı her zamankinden daha fazla önem taşıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 24 Nisan 2020 tarihli Cuma Hutbesi’nde LGBTİ+’lara ve HIV’le yaşayanlara yönelik ayrıştırıcı ifadeler kullanmış, nefret söyleminde bulunmuş ve bu grup ve bireyleri hedef haline getirmiştir. Toplumun bütününün koronavirüs salgını riski altında olduğu bu günlerde bir hukuk devletinin asli görevi, coğrafyamızda yaşayan herkesin temel haklarını korumak olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’ya, yasalara ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde bazı kesimleri hedef göstermesi kabul edilemez. Dahası, hukuku ve temel insan haklarını yok sayan bu açıklamayı kınayan hak örgütlerinin hedef gösterilmesi ve soruşturmaya uğramaları, Türkiye’de son yıllarda sivil alana yönelik baskı ve tacizin gittikçe arttığını bir kez daha ortaya koymuştur. Asıl önlem, kamu kurumlarına hukuku ve görevlerini hatırlatan açıklamalara karşı yargısal ve idari taciz değil, nefret söylemi ve ayrımcılıkla mücadele olmalıdır. Ayrımcı ve düşmanlaştırıcı açıklamaları eleştirenlerin devlet görevlileri tarafından hedef gösterilmesinin ardından bağımsız olarak tanımlanmış yargı birimlerinin harekete geçmemiş olması ise, hukukun üstünlüğü ilkesi ile bağdaşamaz.
Türkiye Anayasası’nın 136. maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev tanımını çok açık ifadelerle yapmıştır. Buna göre, “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir”.
Söz konusu hutbenin bu görev tanımıyla bağdaşmadığı açıktır.
24 Nisan 2020 tarihli hutbenin ardından, Diyanet İşleri Başkanlığı’na görev tanımının hatırlatılması ve buna uymayan Diyanet İşleri çalışanları hakkında soruşturma başlatılması gerekirken, yanlış bilgiler ile LGBTİ+’ları hedef gösteren ve nefret söylemi barındıran bu açıklamayı kınayan barolar, yurttaşlar veya hukukçular hakkında işlem yapılması ise asıl suçun görülmesini ve soruşturulmasını engellemektedir. Bu tutum, nefret söylemleri için teşvik edici bir ortam da yaratmaktadır.
Biz insan hakları savunucuları, Diyanet’in ayrıştırıcı ve nefret söylemi içeren ifadelerine tepki gösteren Ankara ve Diyarbakır baroları hakkında TCK’nın 216/3 maddesi uyarınca ‘halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama’ iddiasıyla açılan soruşturmaları, hak savunucularına yönelik ve son zamanlarda giderek yoğunlaşan saldırıların yeni bir halkası olarak görüyoruz.
Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin 3. Maddesi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı yasaklarken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin karar organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Sözleşme’nin cinsel yönelim temelli ayrımcılığı yasakladığını açık bir şekilde karara bağlamıştır.
Bu coğrafyada yaşayanları cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıkla hedef göstermeye, suçlu ilan etmeye yönelik resmi makamlarca geliştirilen tüm politikalara ve söylemlere karşı çıkmak, bu tavırlarla mücadele etmek insan hakları örgütlerinin varlık sebebidir.
Tehdit edilen, soruşturmaya uğrayan ve hak mücadelesi veren LGBTİ+ örgütlerinin ve hak savunucularının yanında olduğumuzu belirtiyor, soruşturmalar ve hedef göstermelere derhal son verilmesini talep ediyoruz. Bu talebimizi de öncelikle Türkiye Anayasası’na, ardından da Türkiye’nin imzacı ve taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmelere dayandırıyoruz.
Hak savunucuları olarak ilgili hutbenin toplumsal tezahürleri konusunda kaygılıyız çünkü devlet kurumlarının ve görevlilerinin LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemlerinin, nefret eylemlerine dönüştüğünü ve nefret suçlarının da ağırlıklı olarak cezasızlıkla sonuçlandığını pek çok kez gördük. Daha önce nefret içerikli söylemde bulunan devlet görevlilerinin herhangi bir idari veya adli işleme tabi tutulmaması geleneği söz konusu hutbenin ardından da geçerliliğini korudu. Süregelen cezasızlık ve toplumsal kaygılar ışığında hak örgütleri de konuya dair eleştirilerini kamuoyu ile paylaşmış, devlet tarafından yaygınlaştıran yanlış bilgileri düzeltme sorumluluğunu yerine getirmiştir.
Her gün onlarca kişiyi kaybettiğimiz bir virüs salgını ile mücadele ederken toplumun belli bir kesiminin hastalıkla özdeşleştirilmesine uzanan nefret anlayışı, tüm toplumu salgın ile mücadelede başarısız ve etkisiz kılacaktır. İçinde bulunduğumuz dönemin zorlu koşullarına ek olarak, LGBTİ+ hakları savunucuları ve örgütlerinin çalışmalarını düzenli olarak hedef gösteren nefret söylemlerinin son bulması için ilgili tüm kişi ve kurumlar için soruşturma başlatılmalı ve kamuoyu ile bilimsel, insan hakları hukuku kapsamında gerekli doğru bilgiler ivedilikle paylaşılmalıdır.
İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı
Civil Rights Defenders, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kaos GL, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, SPoD LGBTİ+, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, Yurttaşlık Derneği, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı, Türkiye-Almanya Kültür Forumu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı
–
Targeting and Investigating Organizations That Criticize Hate Speech Against LGBTI+ Must Come to an End
April 30, 2020
In days when Turkey and the world is struggling with the COVID-19 pandemic, we are experiencing extraordinary times with thousands of people are losing their lives every day. Amid such crisis, the respect for human rights, the work of rights defenders and their existence are of utmost importance in terms of facilitating solidarity among citizens.
The Directorate of Religious Affairs had used discriminatory statements against LGBTI+ and those who are HIV positive during its Friday Sermon on April 24, 2020. The Directorate clearly conducted hate speech and targeted the individuals and groups associated. At a time when society as a whole is under risk of the pandemic, the main duty of the state respecting the rule of law is to protect the rights of all its citizens.
The Directorate of Religious Affairs is targeting a certain sector of the society while violating the Constitution, laws and international conventions that Turkey is signatory to. This is unacceptable. Moreover, targeting and investigating rights organizations that condemn the statements which undermine basic human rights and the rule of law is a clear manifestation of the accelerating pressure and harassment on the civil space in the last couple of years in Turkey. The main precaution should be fighting against hate speech and discrimination, not judicial and administrative harassment against those who remind public institutions of their responsibilities. It is against the rule of law that the branches of judiciary that are defined impartial did not take action after state officials targeted those who criticized these discriminative and hostile statements.
Turkish Constitution’s Article 136 defines the scope of the duty of the Directorate of Religious Affairs clearly. According to this clause; “Directorate of Religious Affairs, within the general governance and under the principles of secularism, carry out its duties defined within the specific law by staying out of all political views and thoughts and by aiming for national solidarity and integration.”
It is clear that the sermon in question does not comply with the above mentioned framework of the Directorate’s duties.
After the sermon on April 24, 2020, it was expected that the Ministry of Religious Affairs would be reminded of the scope of its duty and an investigation would be launched against those who do not comply with it. Instead, an investigation was launched against bar associations, lawyers and citizens who condemned the statement targeting the LGBTI+ with false information and hate speech. This attitude covers up the actual crime and its investigation while providing an environment that encourages hate speech.
Ankara and Diyarbakir Bar Associations condemned the discriminating statement that harbored hate speech. We, the rights defenders, see the investigations launched against Ankara and Diyarbakir Bar Associations for “insulting the religious values of a section of a society” per Turkish Penal Code’s Article 216/3 as a new cycle of increased attacks against human rights defenders.
The Council of Europe’s Istanbul Agreement, which Turkey is a signatory, prohibits discrimination against sexual orientation and sexual identity under its Article 3. Furthermore, the European Court of Human Rights, as the decision-making body of European Convention of Human Rights, has ruled in the past that it prohibits discrimination based on sexual orientation.
The raison d’être of human rights organizations is to stand up against the targeting of citizens based on their sexual orientations and against policies and statements that criminalize them and to struggle against these attitudes.
We stand in solidarity with the LGBTI+ organizations and rights defenders that are threatened and face investigations. We demand an immediate halt on targeting the citizens and an end on these unlawful investigations. We base our demands first and foremost on the Turkish Constitution and on the international agreements that Turkey is a signatory of.
As human rights defenders, we are worried about the social impacts of the above mentioned sermon because we have repeatedly observed how hate speech conducted by state officials transition into hateful practices and moreover into hate crimes which heavily ended with impunity. The tradition of not launching an administrative or judicial investigation against officials making statements with hate speech followed suit after the aforementioned sermon. In the light of impunity and the public concerns, rights organizations shared their statements and criticism with the public and exercised their responsibility of correcting false information dispersed by the state.
The mentality of hatred that identifies a section of the society with sickness will make the struggle against the pandemic unsuccessful and ineffective when we are losing tens of people daily. In addition to the hardship we are going through, in order for the hate speeches to end targeting LGBTI+ rights defenders and organizations, an investigation should be initiated against those individuals and institutions. Scientific and correct information within the frame of human rights law should be shared with the public immediately.
Solidarity Network for Human Rights Defenders – Turkey
Association for Monitoring Equal Rights, Citizens’ Assembly Turkey, Civic Space Studies Association, Civil Rights Defenders, Foundation for Society and Legal Studies, Human Rights Association İstanbul Branch, Human Rights Agenda Association, Human Rights Foundation of Turkey, Kaos GL, Life Memory Freedom Association, Media and Law Studies Association, SPoD LGBTI+, Punto24 Association for Independent Journalism, Research Institute on Turkey, Truth Justice Memory Center, Turkish-German Forum of Culture