MENÜ
ANA SAYFA
x

Türkiye İnsan Hakları Vakfı  10. Dönem 31. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi

BASIN AÇIKLAMASI
08.09.2020

Türkiye İnsan Hakları Vakfı 
10. Dönem 31. Olağan Genel Kurulu
Sonuç Bildirgesi

5 Eylül 2020

Kurucular Kurulu üyeleri olarak, son dönemlerde şiddetin toplum içinde dalga dalga yayılmasından, toplumda ilişkileri düzenleyen ve sorunları çözen etkili bir araç olduğu kanaatinin oluşmasından büyük bir kaygı duyduğumuzu belirtmek isteriz. Şiddetin toplum içinde giderek daha fazla itibar görmesinin başlıca nedenlerinden biri kolluk güçlerinin evrensel hukukta ve ülke yasalarında ifade edilen zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı şiddetinde görülen artıştır. Siyasal iktidar, denetlemeyerek, cezasız bırakarak, görmezden gelerek hatta destekleyici söylem ve tutumlar ile kolluk güçlerinin bu şiddetini açıkça teşvik etmektedir.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 10. Dönem 31. Olağan Genel Kurulu’nu, 5 Eylül 2020 tarihinde Ankara’da ülkemizi ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını koşullarında gerçekleştirmiştir. Ankara’da yaşayan ve risk grubu içinde olmayan kurucular kurulu üyelerinin fiziki olarak, risk grubunda olan ve Ankara dışında yaşayan üyelerin ise online olarak katıldığı TİHV 31. Olağan Genel Kurul’u, salgından korunmak için gerekli olan sağlık kurallarına azami özen gösterilerek yapılmıştır.
Tüm dünyada devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaştığı, insan haklarına saygının terk edildiği koşullarda TİHV’in çalışmalarının daha da geliştirilmesi ve güçlendirilmesine yönelik kapsamlı tespit ve değerlendirmeler yapan Kurucular Kurulu, aşağıda dile getirilen görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayı gerekli bulmaktadır:31. Olağan Genel Kurulumuzu TİHV kurucularından sevgili Muzaffer İlhan Erdost’u 25 Şubat 2020, sevgili Doğan Taşdelen’i 11 Temmuz 2020 tarihlerinde ve İnsan Hakları Derneği (İHD) kurucularından sevgili Erbil Tuşalp’i ise bugün kaybetmiş olmanın üzüntü ve hüznü ile gerçekleştirdik. Sevgili dostlarımızı, bu çok değerli insan hakları savunucularını büyük bir sevgi ve saygı ile hatırlayacağız. Anıları, bundan böyle onlarsız sürdürmek zorunda kaldığımız insan hakları mücadelesine ışık tutacaktır.

Öncelikle, sadece Türkiye’de değil küresel boyutta tüm toplumların geleceğini her açıdan ciddi bir şekilde tehdit eden Covid-19 salgınıyla baş edebilmenin en etkin yolunun insan hakları bakış açısını kılavuz edinen, şeffaflığı, demokratik ve katılımcı yöntemleri temel alan bir kriz yönetimi olduğunu siyasal iktidara bir kez daha hatırlatmak isteriz.

Maalesef salgın ile mücadeleyi bir önleme ve koruma sorunu olarak değil de militarist bir zihniyetle güvenlik sorunu haline getiren, erkini daha da merkezileştirmenin ve toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü daha da arttırmanın bir fırsatı olarak değerlendiren siyasal iktidar, bu süreçte başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlükleri ihlal etmiştir, etmektedir.
En başından beri salgının kontrol altına alınması için olağan üstü bir çaba harcayan sağlık çalışanlarının yaşam ve sağlık haklarının korunması konusunda gerekli önlemlerin yeterince alınmaması sonucu başta hekimler olmak üzere çok sayıda sağlık çalışanı hastalanmış ve yaşamını yitirmiştir. Böylesi zor koşullarda görev yapan sağlık çalışanlarının ekonomik ve sosyal gereksinimleri de yeterince karşılanmamakta, hakları ihlal edilmektedir. TİHV Kurucular Kurulu olarak, ayrımsız toplumun tamamının sağlığını korumak üzere yaptıkları büyük fedakârlıklar için tüm sağlık çalışanlarına teşekkür eder ve şükranlarımız sunarız. Ayrıca, TİHV’in başta TTB ve SES olmak üzere sağlık alanında mücadele yürüten diğer bağımsız kuruluşlar ve kardeş kuruluşumuz İHD ile birlikte sağlık çalışanlarının, Covid-19 nedeniyle hastalanmaları halinde bunun meslek hastalığı olarak kabulü dahil, tüm temel haklarının korunması ve gereksinimlerinin karşılanması amacıyla ortak çalışmalar yürütmesini ertelenemez bir görev ve sorumluluk olarak kabul ediyoruz.

Kurucular Kurulu üyeleri olarak, son dönemlerde şiddetin toplum içinde dalga dalga yayılmasından, toplumda ilişkileri düzenleyen ve sorunları çözen etkili bir araç olduğu kanaatinin oluşmasından büyük bir kaygı duyduğumuzu belirtmek isteriz. Şiddetin toplum içinde giderek daha fazla itibar görmesinin başlıca nedenlerinden biri kolluk güçlerinin evrensel hukukta ve ülke yasalarında ifade edilen zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı şiddetinde görülen artıştır. Siyasal iktidar, denetlemeyerek, cezasız bırakarak, görmezden gelerek hatta destekleyici söylem ve tutumlar ile kolluk güçlerinin bu şiddetini açıkça teşvik etmektedir. Öte yandan siyasal iktidarın gerek Kürt sorununun gerekse uluslararası sorunların çözümünde demokratik ve barışçıl yöntemleri değil de çatışma ve savaşı temel alması şiddetin bu denli yaygınlaşmasının diğer önemli bir nedenidir. Şiddetin toplumun barış içinde bir arada yaşam iradesini ortadan kaldıracak kadar tehlikeli bir boyuta varmasına yol açan en önemli etken ise iktidarın son dönemlerde iyice yoğunlaştırdığı kutuplaştırıcı, ötekileştirici, ayrımcı ve nefret içeren söylem ve tutumlarıdır.

Bir arada yaşam iradesinin çözüldüğü bu tür anlardan biri dün (4 Eylül 2020) Sakarya’da yaşanmıştır. Fındık hasadı için Sakarya’ya gelen aralarında kadınların da olduğu 16 Kürt işçi, ırkçı ve ayrımcı saiklerle linç niteliğine varan bir saldırıya maruz kalmıştır.  Kürt işçilere ve ailelerine yönelik gerçekleştirilen bu ırkçı saldırıyı kınıyor, sorumluların açığa çıkarılması, adil biçimde yargılanıp cezalandırılmaları için ivedilikle etkin ve şeffaf bir şekilde soruşturma başlatılmasını talep ediyoruz.

Siyasal yöneticilerin şiddet severliği son dönemlerde idam cezasının her fırsatta yeniden yürürlüğe sokulması önerileriyle kendini göstermektedir. İdam cezası, geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan bir cezalandırma biçimi ve yaşam hakkı ihlalidir. Oysa yaşam hakkı, insanın sadece insan olmasından kaynaklanan, doğumundan itibaren sahip olduğu vazgeçilmez bir haktır. İdam cezası bizatihi çıplak bir şiddet uygulamasıdır. Kişinin bedeni üzerinde uygulanması suretiyle yol açtığı fiziksel acının yanı sıra infaz anına kadar dayanılması zor bir manevi acı da verdiği için insan onuruyla bağdaşmayan bir cezadır. Sadece uygulanan kişiye değil, yakınlarına da büyük bir acı ve ıstırap verir. Bu nedenle cezaların şahsiliği ilkesine de aykırıdır. Bu gerekçelerden dolayı Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un tecavüz ve çocuk istismarı suçu işleyenlere idam cezası verilmesi önerisi, her ne kadar son günlerde kadına ve çocuklara yönelik artan şiddet toplum vicdanını derinden yaralasa dahi kabul edilemez bir öneridir. Zira kadına ve çocuklara yönelik eril şiddeti önlemek için toplumsal, kültürel, siyasal ve yasal açılardan yapılması gereken pek çok şey varken intikamcı bir zihniyetle idam cezası önermek çözüm değildir. Kaldı ki bir hukuk devletinde ceza adaleti böylesi bir zihniyet ile sağlanamaz. Öte yandan Türkiye, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne ek ölüm cezasının kaldırılmasını amaçlayan 2 Nolu İhtiyari Protokol ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ek ölüm cezasının kaldırılmasına dair 6 Nolu Protokolü onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. Bunların yanı sıra ölüm cezasını savaş ve yakın savaş tehlikesi zamanları da dahil olmak üzere her koşulda kaldırılmasını amaçlayan AİHS’ne ek 13 Nolu Protokol’ü de onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. Uluslararası hukukta ahde vefa ilkesi – söze (sözleşmeye) bağlılık ilkesi – temel bir ilkedir. Dolayısıyla Türkiye’nin, taraf olduğu ve onayladığı uluslararası insan hakları sözleşmelerini yok sayarak, parçası olduğu uluslararası insan hakları sisteminin dışına çıkarak idam cezasını geri getirmesi mümkün değildir. Ahde vefa ilkesinin çiğnenmesinin ciddi uluslararası politik sonuçları olacaktır. Yetkililer, politik kaygılar ile dile getirdikleri ancak toplumdaki şiddet algısını ve eğilimlerini derinleştirmekten başka bir etkisi olmayan bu tür söylem ve değerlendirmelerden derhal vaz geçmelidirler.

Kurucular Kurulu üyeleri olarak toplantımızdan kısa bir süre önce (3 – 4 Eylül 2020) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı’nın, AİHM’de görülmekte olan davalarda bir taraf olan siyasi iktidarın daveti ve bir programı kapsamında ülkemizi ziyaretinden dolayı duyduğumuz derin üzüntü ve kaygıyı da kamuoyu ile paylaşmak isteriz. Çünkü bu ziyaret Türkiye’de son yıllarda insan hakları alanında yaşanmakta olan kötüleşmenin Avrupa Konseyi organları başta olmak üzere bağımsız gözlemciler tarafından da tespit edildiği ve dile getirildiği koşullarda yapılmıştır.  Eleştiri ve uyarıların bu denli ciddi olduğu bir ülkeye yapılan bir ziyaret sırasında siyasi iktidarın uygulamalarını eleştiren, hak ihlallerini dile getiren sivil toplum kuruluşlarıyla (birkaç istisna dışında) görüşülmemesi yargının bağımsızlığı/tarafsızlığı ilkesini çiğnediği gibi AİHM tarihinde de büyük bir talihsizlik olarak yer alacaktır.

“Aslolan yaşamdır” diyen hak savunucuları olarak; adil yargılanma hakkı ve keyfi/yasadışı baskı ve yasakların önlenmesini de içeren temel hakların korunmasını sağlamak amacıyla hapishanelerde yapılan açlık grevlerini ve buna bağlı yaşanan ölümleri önleyememiş olmanın derin üzüntüsünü yaşadığımızı içtenlikle ifade etmek isteriz. Açlık grevlerinin bir daha tekrarlanmaması ve bu tür eylemlere yol açan tüm adaletsizliklerin son bulması için yetkilileri sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz.

TİHV KURUCULAR KURULU