28.10.2015
UNUTMUYORUZ…
AFFETMiYORUZ…
Ankara Garı, 10 Ekim 2015 günü Türkiye tarihinin en kanlı katliamına tanık oldu. Katliamda 100 kişi hayatını kaybederken 500’den fazla kişi yaralandı. Bugün, aradan iki hafta geçmişken halen yoğun bakım servislerinde yaralıların yaşama tutunma mücadelesi sürüyor.
Katliamın hemen sonrasında, daha cenazelerimiz yerden kaldırılmadan kitlenin güvenliğini sağlama safsatasının ardına sığınan polisin saldırısı, devamla olay yerini incelediği ve katliamı aydınlatma iddiasında olduğu bir rivayetten ibaret olan savcılığın tavrı; siyasi iktidar temsilcilerinin yaptıkları açıklamalar soruşturma sürecinin devletin katliamlardaki sorumluluğunun tespit edilerek katliamın asıl sorumlularının açığa çıkarılmasına yönelik değil katliamın üstünün örtülmesine yönelik yürütüldüğünü göstermektedir. Buna izin vermeyeceğiz. Soruşturma sürecine ilişkin kimi gözlem ve tespitlerimiz:
Katliamlara ilişkin gerçekler kısıtlama kararlarıyla ve yargı eli ile gizlenmeye çalışılmaktadır.
Bizler, bu sürecin hukuksal takibini üstlenirken, katliamın aydınlatılması ve faillerin tespiti; devletin katliamlardaki sorumluluğunun ve katliamın asıl sorumlularının açığa çıkarılması çabası içerisindeyiz. Bu çabamız öncelikle dosya içeriğine ulaşmamızın fiilen engellenmesi, devamla önümüze mağdur vekillerini kapsamadığı açıkça yazılı kısıtlılık kararı ile boşa çıkartılmaya çalışılmıştır. Nihayet Sulh Ceza Hakimliği’nin kısıtlılık kararının hukuken geçerli olmadığı yönündeki itirazımız bir diğer Sulh Ceza Hakimliği tarafından hiçbir dayanak, hukuksal gerekçe gösterilmeden reddedilmiştir.
Kısıtlılık kararına yapılan birden fazla itirazın reddedilmesi üzerine, kısıtlılık kararı kapsamında olmayan bilgi ve belgelerin mağdurlarla paylaşılmasına ilişkin taleplerimiz de reddedilmiştir.
Dosyadaki kısıtlılık kararı nedeniyle, soruşturmanın kamu görevlilerini kapsayacak şekilde genişletilmesi taleplerimizle ilgili acilen atılması gereken adımların atılıp atılmadığı konusunda bilgi sahibi değiliz.
Dosya içeriğinin mağdurların ve halkın bilgisinden kaçırılması, faillerin ve delillerin gizlenmesi, katliamın arkasındaki karanlığın korunmaya çalışıldığını göstermektedir. Oysa bizler biliyoruz ki Reyhanlı Katliamı, Suruç Katliamı, Diyarbakır Katliamı’na ilişkin soruşturma süreçlerindekine benzer kısıtlılık kararları Ankara Katliamı’nın koşullarını yaratmıştır.
Biz katledilenler ve katledilmeye çalışılanlara yönelik ilk engel dosyanın gizlenmesi de değildir. Henüz cenazelerimiz yerden kalkmadan hukukçulara yönelik engelleneme ve hukuksal faaliyetleri gizleme çabası başlamıştır.
Katliam alanına ambulans değil TOMA, sağlıkçı değil çevik kuvvet gönderen zihniyet; yaralılara sedye değil gaz bombasını reva görmüştür. Bu şekilde polis postalları altında çiğnenen sadece cenazelerimizin hatırası değil, alandaki delillerdir.
Olay yeri inceleme ekiplerinin, savcıların, yetkililerin alana müdahale etmedeki basiretsiz tutumunun yanı sıra, katliamı aydınlatmaya yönelik en önemli veri olarak olay yeri incelemesinde biz avukatların bulunması fiilen ve zor kullanılmak suretiyle engellenmeye de çalışılmıştır.
Henüz alanda delilleri korumak isterken, sırasıyla kolluğun, devamla savcılığın ve siyasal iktidar temsilcilerinin engelleri ile karşılaşılmıştır. Yaralılar için kan verilmesi çağrısı yapmanın ambulans göndermekten aciz bir sağlık teşkilatının bakanı tarafından provokasyon olarak nitelenmesi ile olay yeri incelemesinden sorumlu polisin cenazelerin üzerine tükürmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Hukukçu gibi davranması beklenen savcıların yaralılar, sağ kurtulan mağdurlar, tüm aileler ve avukatlarına yönelik tutumu ve üslubu da siyasal iktidarın kendisine verdiği emir ve talimatlar doğrultusunda şekillenmektedir. Yaralıların ve tanıkların ifadelerinin alınması, hayatını kaybedenlerin ve yaralıların olay yerinden ya da hastanelerden el konulan eşyalarının iadesi süreçlerinde de sadece hukuk değil; terbiye sınırlarını aşan bir tutum sergilenmektedir.
Dosya bizlerden, katledilenlerden ve katledilmeye çalışılanlardan kaçırılıp, gizlenirken siyasal iktidar temsilcileri bulundukları her ortamda soruşturma sürecini maniple eden açıklamalar yapmaktadır.
Kamu kurumları olayın gerçekleştiği andan itibaren katliamı aydınlatmaya dönük değil, karartmaya ve katliam mağdurlarını daha fazla mağdur etmeye yönelik hareket etmiştir, etmektedir. Örneğin, Başbakan Davutoğlu’nun iddiasının aksine olaydan sonra can çekişen insanların üzerine gaz bombası atılmış, ambulansların geçişi polis ve itfaiyeler tarafından geciktirilmiştir.
Gizli kapaklı bir şekilde soruşturma yürüten Başsavcılık ve iktidar temsilcileri yaptıkları açıklamalarda IŞİD’in adını dahi anmazken akla mantığa sığmayan iddialarla hayatını kaybedenlerin aileleriyle, yaralılarla ve halkla adeta dalga geçmektedirler. Katliamı gerçekleştiren IŞİD, Davutoğlu tarafından aralarındaki işbirliğini de ifşa edecek şekilde ancak “nankör”lükle suçlanabilmiştir.
“Onlar terörist değil öfkeli çocuklar” dedikleri vahşi terör örgütlerine tırlar dolusu silah göndererek destek olan siyasi iktidar; elbette Ankara Katliamı’nın ardındaki ismi telaffuz edememektedir ve hatta Cumhurbaşkanı birbiriyle savaşan düşman yapıların katliamı birlikte gerçekleştirdiğini iddia edebilmektedir. Başsavcılığın bilmediği ayrıntıları Cumhurbaşkanı seçim meydanlarında dillendirmektedir. Tarihimizin en kanlı eyleminin bu ciddiyetsizlikle, alay edercesine soruşturulması, dosya içeriğinin karartılmaya ve kamuoyunun yönlendirmeye çalışılmasının amacı ise zaten Davutoğlu tarafından “AKP oylarının katliam sonrası artış trendine girmesi” şeklinde ifade edilmiştir.
Katliam hakkında konuşmak, devletin sorumluluğunu teşhir etmek, adalet talep etmek gerek üniformalı ve gerekse sivil faşist odaklar tarafından şiddet kullanılarak karşılanmıştır.
Katliam sonrası hem cenaze törenlerine katılanlar, hem de çeşitli etkinlikler ile anma ve protestolar düzenleyenlere kolluk saldırmış, katliamın hesabının sorulmasını isteyenler sanki bu katliamın failleriymişçesine sokak ortasında kolluk eliyle cezalandırılmaya çalışılmıştır. Alanya Adliyesi’nde avukatlara, Ankara’da siyah yas bezlerine ve asanlara saldırılması; Rize ve Eskişehir’de cenaze ve anmalara katılanların sloganları sebebiyle tutuklanması, İstanbul’da yaşanan gözaltılar yargının katliamı aydınlatmak değil, katliamın aydınlatılması çabasını bastırmak üzere işlevlendirldiğinin göstergesidir.
Öyle ki, Davutoğlu katliamın üzerinden henüz 48 geçmişken katıldığı canlı yayında “Türkiye’de bulunan canlı bombaların isim listesi elimizde, ancak eylem yapılmadıkça tutuklayamıyoruz” deyip, canlı bombaları Suruç ve Ankara’daki gibi katliam gerçekleştirdikten sonra yakalamakla övünürken; Bursa’da Davutoğlu’nun protesto edilebilme olasılığı ile toplumsal muhalefete önleyici gözaltı işlemi yapılabilmiştir.
Saldırı sadece sokakta değil, her alanda gerçekleşmiştir. Katliamın hemen ardından bazı iktidar temsilcilerinin, kendilerine bağlı sosyal medyadaki tetikçi hesaplarının ve yandaş medyanın hiçbir bilgi, belge ve delile dayanmayan iddiaları savcılık soruşturmasını yönlendiren pozisyona gelmiştir. Başsavcılık açıklamasında olayı gerçekleştiren örgütten adını verememesi, devamlı suretle başka örgütlerin bağının araştırıldığını eklemesi de tam olarak bu hedeften saptırmanın, manipüle etmenin bir sonucudur.
Herkes bilmektedir ki söz konusu eylem IŞİD eliyle gerçekleştirilmiştir.
Canlı bombalardan birisinin kimliği ve ona yardım eden kişilerin basında yer alan ifadeleriyle bu ispatlanmıştır. Ancak şimdilik bilinmeyen, IŞİD’in bu saldırıyı gerçekleştirmesinde, bu saldırının planlanmasında devlet ve siyasi iktidar içindeki isimlerin rolleridir. İşte tüm karartma ve hedef saptırmanın amacı da bunun bilinmesini önlemek, katliamın bu yönünü karanlıkta bırakmaktır. Soruşturma dosyasına kısıtlılık kararı konulmasının bir sonucu da bu rollerin ortaya çıkması engellemektedir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki düzenlemenin aksine soruşturmanın amacını tehlikeye düşüren, anılan içerik kaçırma faaliyetidir. Son yıllarda siyasi iktidarın sorumluluğu bulunan soruşturma dosyalarının tamamında kısıtlılık kararları verilmekte ve bu kararın ardından bu dosyalarda hiçbir kayda değer gelişme olmamaktadır. Reyhanlı’dan Diyarbakır’a, Suruç’tan Cilvegözü’ne katliamları planlayanlar bu yolla gizlenmiştir ve bir defa daha gizlenmeye çalışılmaktadır.
Gerçekler açığa çıkarıldığında devletin katliamdaki sorumluluğunun basit bir ihmal veya göz yummadan ibaret olmadığı da ortaya çıkacaktır. Bizler biliyoruz ki savaş çıkarmak için “Suriye’ye adam gönderir bu tarafa üç beş füze attırırım” diyenler kendi halkını katletme planları da yapmaktadır. Ankara Katliamı da böyle bir planın ürünüdür.
Soruşturma sürecinin sağlıklı yürütülmesinin ve katliamın aydınlatılması için bugün acilen yapılması gerekenler ise;
– Soruşturma dosyasındaki kısıtlılık kararının, biz bu olayın aydınlatılmasını elbette ki herkesten çok isteyen mağdurlara yönelik uygulanmasına derhal son verilmesi;
– Soruşturma sürecinin; katliamın gerçekleşme sürecinin öncesinde ve sonrasında parçası olan siyasi polis tarafından değil bizzat savcılık tarafından yürütülmesi;
– Soruşturma sürecinin katliamın siyasi sorumluları, MİT ve emniyet yetkililerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi;
– Cumhurbaşkanı, başbakan ve AKP iktidarının tüm temsilcilerinin sürecin hukuksal takibini ve soruşturma mercilerini siyasi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye, katliamda parmağı olanları aklamaya çalışmaya son vermesidir.
Başlarken söyledik, UNUTMUYORUZ, AFFETMİYORUZ,
Bilinmelidir ki biz aşağıda imzası olan hukuk örgütleri ve bu katliamı aydınlatacak olan hukukçular, bu soruşturmanın asıl sahibidirler. Barış talebini dile getirirken katledilen arkadaşlarımıza, barış özlemleri bombalanan halklara barışın yanı sıra bir de adalet sözümüz var.
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ
DEMOKRASİ İÇİN HUKUKÇULAR
HALKEVLERİ HUKUK DAİRESİ
HUKUKTA SOL TAVIR DERNEĞİ
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ
ÖZGÜRLÜKÇÜ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI