Basına ve Kamuoyuna
Bugün Türkiye’de depremlere hazırlıklı olmanın bilimsel gereklerinin yerine getirilmemesi, yapılan ciddi hatalar, ihmaller ve suistimaller nedeniyle “doğal afet” olarak nitelenemeyecek, insan eliyle gerçekleşen büyük bir felaket yaşanmaktadır. Depremin yol açtığı tarifsiz acıların ve ağır yıkımın üstesinden siyasal çıkar hesapları ve OHAL ile değil, insan hakları ilke ve değerlerine sahip çıkarak, toplumsal dayanışmayı büyüterek gelebiliriz.
10 Şubat 2022
6 Şubat 2023 tarihinde, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi tarafından kaydedilen bilgilere göre saat 04:17 itibariyle Antep’in Şehitkamil ilçesi merkezli 7,7 ve saat 13:24 itibariyle Maraş’ın Ekinözü ilçesi merkezli 7,6 şiddetindeki depremlerde Adana, Adıyaman, Antep, Diyarbakır, Hatay, Kilis, Malatya, Maraş, Osmaniye ve Urfa’da resmi açıklamalara göre 10 Şubat 2023 tarihi itibariyle en az 18.342 kişi yaşamını yitirdi, 74.242 kişi ise yaralandı. Binlerce binanın yıkıldığı il ve ilçelerde ekonomik ve sosyal hayat tümüyle çöktü.
Yaşamını yitirenlerin acısını yüreğimizde hissederek başta yakınları olmak üzere tüm insanlarımıza başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar diliyoruz.
Ancak üzerinden dört gün geçmesine karşın arama kurtarma çalışmalarında, sağ kalanlara verilen sağlık hizmetleri ve yardımlarda büyük aksama ve yetersizliklerin olduğu, kamu olanaklarının doğru biçimde kullanılamadığı, amaca uygun bir koordinasyonun sağlanamadığı, dahası ülke çapında büyük bir özveriyle geliştirilen gönüllü sivil destek çabalarının bile engellenmeye çalışıldığı görülmektedir. Açıkça bir “kriz yönetme krizinin” yaşandığı bu koşullarda can kaybının daha da artmasından büyük bir endişe duyuyoruz.
Bu ağır tablo karşında siyasal iktidar çare olarak yine güvenlikçi bir yaklaşımla OHAL ilan etmeyi tercih etti.[1] Evet, içinde bulunduğumuz coğrafyanın yakın tarihinde görülen en ağır doğal afetlerden birini yaşamaktayız. Ne var ki, depremlere hazırlıklı olmanın bilimsel gereklerinin yerine getirilmemesi, öncesinde ve sonrasında yapılan ciddi hatalar, ihmaller ve suistimaller nedeniyle “doğal afet” olarak nitelenemeyecek, insan eliyle gerçekleşen büyük bir felaket ile karşı karşıyayız.
Elbette yıkımın büyüklüğü ile orantılı olarak kamu güç ve olanaklarının en etkin ve hızlı şekilde kullanılabilmesi için bazı tedbirlerin alınması gerekebilir. Ancak, bunun tek yolu hemen OHAL ilan etmek değildir. 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun da OHAL ilanına gerek kalmaksızın, afetle mücadelede siyasal iktidara önemli yetkiler vermekte, depremin yol açtığı yıkıma karşı kullanılabilecek yeterli araç ve olanak sağlamaktadır. Bu kanun gereğince depremin yaşandığı bölgelerde mülki idare amirleri, olağan zamanlarda sahip olmadıkları yetkileri kullanmak suretiyle arsa, bina, araç, tıbbi malzeme, ilaç, yiyecek, giyecek gibi malları temin ve askeri güçlerden yardım talep edebilirler.
Kaldı ki, Türkiye’nin siyasal geçmişine bakıldığında olağanüstü yönetim usullerine başvurulan her dönemde Anayasa’nın 15. maddesinin 2. fıkrasındaki güvencelere uyulmadığı ve temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerinin yoğunlaştığı da görülecektir.
Pandemi döneminde de sıkça ifade ettiğimiz gibi, ülke sathındaki herkesi kapsayan böylesi olağan dışı durumlarda alınan tüm tedbirler insanlar için alındığına göre, insan hakları bakış açısının bu tedbirlerin olmazsa olmaz kılavuzu olması gerekir.[2] Çünkü hak sahibi olmak, insanları zor zamanlarda güçlü kılabilecek tek şeydir ve ancak hak sahibi olduğunda kişi kendisinin gözetileceği, korunacağı duygusunu taşıyabilir. Ne var ki siyasal iktidar, her zamanki alışkanlığı ile yine karşı karşıya kalınan olağandışı durumda öncelikle insan haklarını iptal etme yoluna gitmiştir.
Nitekim TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin tespit edebildiği kadarıyla 6 – 9 Şubat 2023 tarihleri arasında yaşanan ihlallerden bu gerçek açıkça görülmektedir.
Deprem bölgesinde bulunan pek çok hapishanede de tehlikeli hasarlar oluşmuştur. Ayrıca mahpuslar doğal olarak dışarıdaki yakınlarının akıbeti hakkında büyük kaygılar yaşamıştır. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü açıklamalarına göre, hasar gördüğü belirtilen Maraş Türkoğlu L Tipi ve Hatay T Tipi Cezaevlerinde dışarıya çıkmaya çalıştıkları/firar teşebbüsünde bulundukları iddia edilen mahpuslara şiddet kullanılarak müdahale edilmiş ve bunun sonucunda Hatay T Tipi Cezaevinde 3 mahpus yaşamını yitirmiş, 9 mahpus ise yaralanmıştır. Ayrıca her iki cezaevinde tutulan mahpuslar başka cezaevlerine sevk edilmiştir. Mahpusların yaşam haklarının korunması sorumluluğu doğrudan devletlere aittir. Bilhassa deprem gibi olağan dışı koşullarda bu sorumluluk daha bir önem kazanmaktadır. Elbette yeni depremlerin olası olduğu durumda mahpusların daha güvenli olan hapishanelere sevk edilmeleri gerekir. Ancak işkence ve diğer kötü muamele yasağı ve yaşam hakkı ihlalleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Depremin ilk şaşkınlığı atlatıldıktan sonra herkes arama kurtarma çalışmaları ve depremzedelere yardım konusunda elinden geldiğince, canla başla bir şeyler yapmaya çalıştı, dayanışma içinde oldu. Ne var ki çeşitli illerde parçası oldukları topluma karşı sorumluluklarının bir gereği olarak yardım kampanyaları yapan çeşitli sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve belediyelerin çalışmaları mülki idare amirleri ve kolluk güçleri tarafından engellendi. Dayanışma hakkının ihlali olan bu uygulamalar hiçbir şekilde kabul edilemez.
En az dört gazeteci Adana, Diyarbakır ve Urfa’da deprem sonrasında haber takibi yaparken gözaltına alındı. Diyarbakır’da arama ve kurtarma çalışmalarını takip eden gazetecilere Turkuaz Basın Kartı soruldu, karta sahip olmayan gazeteciler alandan uzaklaştırıldı.
Emniyet Genel Müdürlüğü, 9 Şubat 2023 tarihi itibarıyla depremler ile ilgili yaptıkları sosyal medya paylaşımları nedeniyle aralarında bilim insanı, yazar ve gazetecilerinde olduğu 274 kişi hakkında işlem başlatıldığını, bunlardan 31 kişinin gözaltına alındığını ve 9’unun ise tutuklandığını açıkladı.
Sosyal medya platformları Twitter ve Tiktok’a yönelik Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından bant daraltma uygulaması yapıldı, ancak konuya ilişkin resmi bir açıklamada bulunulmadı.
Yukarıda sıralanan tüm uygulama ve engellemeler bilgi edinme hakkı ihlalidir. Bilgi edinme hakkı, yani içinde bulunulan durumun boyutları ve sonuçları ne denli ağır olursa olsun herkes tarafından açık bir şekilde bilinmesi gerekliliği, en temel yurttaş hakkıdır. Bilgi elde etme yollarının açık olması ve topluma bilginin aktarılması kamu gücünün yükümlülüğüdür. Böylesi olağandışı koşullarda bilgi edinme hakkı, hem alınan tedbirlerin toplumsal onayı hem de bu tedbirlerin doğru ve etkin biçimde uygulanabilmesi için ama daha da önemlisi toplumun yönetime hesap sorabilir olması için temel bir yurttaşlık hakkıdır. Dolayısıyla bilgi edinme hakkına yönelik bu müdahale ve ihlaller de hiçbir şekilde kabul edilmez.
Yaşanan deprem, tüm yetki ve sorumlulukların tek elde toplanmasıyla birlikte, kurallardan ve kurumlardan kurtulma siyasetinin kamusal gücün toplumun yararı ve selameti için kullanılma imkânını nasıl ilga ettiğini bir kez daha çok açık şekilde ortaya koymuştur. Evet, depremin yerle bir ettiği 10 ilde bugün büyük bir acı ve kaos yaşanmaktadır. Kamusal gücün yetmezliği ve hatta yokluğu söz konusudur. Siyasal iktidar, OHAL ilan etmek suretiyle, sosyal devletin yok oluşunun yol açtığı krizin görünürlüğünü gizlemek istemektedir. OHAL ilanı, toplumun söz konusu yetmezliği/yokluğu kendi dayanışmasıyla aşma çabasına yönelik bir darbe niteliğindedir. Yurttaşların yaşamını, sağlık ve esenliğini siyasal çıkarlar uğruna heba etmektir. Bu nedenle OHAL ilanından derhal vazgeçilmelidir.
Şunu açıkça ifade etmek isteriz ki, depremin yol açtığı tarifsiz acıların ve ağır yıkımın üstesinden siyasal çıkar hesapları ve OHAL ile değil, insan hakları ilke ve değerlerine sahip çıkarak, toplumsal dayanışmayı büyüterek gelebiliriz.
Saygılarımızla,
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
[1] 7 Şubat 2023 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa’nın 119. Maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3. Maddesi’nin maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Maraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Urfa illerinde 8 Şubat 2023 tarihi itibarıyla 3 ay süreyle olağanüstü hal ilan edildi.
[2] Bkz. https://tihv.org.tr/basin-aciklamalari/insan-haklari-boyle-gunler-icindir-ihlalleri-goruyoruz/