MENÜ
ANA SAYFA
x

Göstericileri Hedef Almak Suretiyle Gözyaşartıcı Kimyasalların Kullanılması İşkencedir!

BASIN AÇIKLAMASI
17.07.2013

Hatırlanacağı üzere 24 Mart 2006 tarihinde, çatışmada öldürülen 14 HPG militanından dördünün cenazeleri Diyarbakır’da defnedilmişti. Cenaze törenine katılan, çoğunluğu gençler ve çocuklardan oluşan kitleye polisin müdahalesi sonucu başlayan çatışmalar iki gün boyunca devam etmişti. Söz konusu olaylar nedeniyle 28 Mart – 01 Nisan 2006 tarihleri arasında 202’si çocuk, toplam 566 kişi gözaltına alınmıştı. Başbakanın güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun eğer terörün maşası haline gelmişse, gerekli müdahale ne ise bunu yapacak” şeklindeki açıklamasından sonra Diyarbakır ve çevresindeki illerde çıkan olaylarda polisin açtığı ateş sonucu ya da doğrudan göstericileri hedef alarak kullandığı gözyaşartıcı gazın kapsülünün (kanister) isabet etmesi sonucu en küçüğü 3 yaşında olmak üzere toplam 13 kişi yaşamını yitirmiş ve yüzlerce kişi yaralanmıştı.

İnsan hakları örgütleri yaşam hakkı ihlallerinin ve işkencenin sonlandırılması ve soruşturulması için çağrı yapmıştı. Avrupa Komisyonu, 08 Kasım 2006 tarihli “İlerleme Raporu”nda bu vahim tabloya yer vererek kötü muamele ve cezasızlığın önlenmesi konusunda uyarılarda bulunmuştu. Nitekim Komisyonun her yayınladığı ilerleme raporu cezasızlık örneği olarak bu polis şiddetini içermektedir.

Bu olaylarda uygulanan polis şiddeti, iç hukuk yolları tükenince AİHM’e taşınmıştır. Uzun bir yargılama sürecininsonunda AİHM, 16 Temmuz 2013 tarihinde, “Abdullah Yaşa ve Diğerleri/Türkiye” kararı (Başvuru No: 44827/08) ile Türkiye’yi işkence yasağını ihlal etmekten dolayı mahkûm etmiştir.

Abdullah Yaşa, başvuru konusu olayın gerçekleştiği esnada 13 yaşındadır ve polisin doğrusal açıyla ateşlediği gözyaşartıcı gaz bombasının isabet etmesi sonucu yüzünden yaralanmıştır. Mahkeme, bu yaralanmanın meydana geldiği koşulları ve oluşan yaranın ciddiyetini dikkate alarak işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 3. maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Kararda, başvurucuya uygulanan polis şiddetinin yaşanan sorunu çözmeye uygun olmadığı, barışçıl olmayan nitelikteki gösterinin dağıtılması amaçlanmış olsa bile orantısız olduğu, yaralanmanın ciddiyeti göz önünde bulundurulduğunda bu denli sert güç kullanımının gerekli olmadığı belirtilmiştir.

Ancak AİHM’ in bu kararında önem taşıyan diğer bir husus ise gözyaşartıcı kimyasal ajanların kullanımına yönelik özellikle kişilerin fiziksel bütünlüğünün korunmasını önceleyen bir değerlendirme yapılmasıdır. Barışçıl olmayan gösterilerin dağıtılması amacıyla, göstericilerle kolluk kuvvetlerinin fiziksel karşılaşmasına engel olmasını amaçlayan kullanımın dışına çıkılması ihlalin zeminini oluşturmaktadır. Bu nedenle Mahkeme, gözyaşartıcı bomba kullanımına ilişkin herhangi bir hukuki çerçeve çizilmediği için ortaya çıkan sistemik sorunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 46. maddesi gereği tespitini yapmış ve tavsiyede bulunmuştur. Buna göre;

  • Yasal olan/yasal olmayan ayrımı yapmadan dahası barışçıl olup olmamasına bakılmaksızın göstericilere gözyaşartıcı gaz bombası atılması AİHS’nin 3. maddesi kapsamında değerlendirilebilir.
  • Gözyaşartıcı gaz bombası doğası gereği tehlikeli araçlardan olup, potansiyel öldürücü güç kullanımına ilişkin içtihatlar kapsamında değerlendirilmelidir.
  • Olayın gerçekleştiği tarihte Türkiye’deki mevzuat gösterilerde gözyaşartıcı gaz bombası kullanımına yönelik hiçbir özel hüküm içermemekte, yanı sıra kolluk kuvvetlerini bağlayıcı hiçbir yönerge bulunmamaktadır.
  • 15 Şubat 2008 tarihli Emniyet Müdürlüklerine dağıtılan, gözyaşartıcı gaz kullanımına ilişkin Yönerge konunun önemi açısından yeterli görülemez.
  • Ölüm ve yaralanma riskini azaltmak için, gözyaşartıcı gaz bombalarının kullanımına ilişkin daha ayrıntılı bir düzenlemeye gidilmeli, yasal güvenceler güçlendirilmelidir.

Bizim yıllardır her vesileyle tekrar ettiğimiz ve şimdi AİHM kararıyla da teyit edildiği üzere,  ülkemizde halen gözyaşartıcı kimyasalların kullanımına dair herhangi bir yasal düzenleme yoktur. Gaz kullanımının tek yasal dayanağı maddi güç olarak “gözyaşartıcı gazların” kullanılabileceğini söyleyen Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesidir ve AHİM son kararında bunun yetersiz olduğunu açıkça ifade etmektedir.  Ayrıca polise bu konuda yeterli eğitim de verilmemekte, gözyaşartıcı gazın kullanımı tamamen keyfi bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Nitekim 28 Mayıs 2013 tarihinden bu yana, polisin aşırı ve keyfi gözyaşartıcı gaz kullanımına bağlı olarak on binlerce kişi gazın olumsuz etkilerine maruz kalmış, ölüm ve ağır yaralanmalar olmuştur.

Sonuç olarak, hali hazırda polisin zaten yasaklanması gereken gözyaşartıcı kimyasal kullanımının hiçbir hukuki zemini bulunmamaktadır. Yıllardır polisin aşırı/yoğun/ölçüsüz gözyaşartıcı gaz kullanımı AİHM’in de belirttiği gibi “işkence ve kötü muamele yasağı”nın ihlalidirBu suçun işlenmesinde silsileli olarak tüm yetkililerin sorumluluğu vardır. Buna 2006 da Diyarbakır’da olduğu gibi 2013 de tüm Türkiye de gözyaşartıcı gaz kullanmayı emreden/onaylayan hükümet mensupları da dâhildir. Yıllar sonra gerçekleşecek adalet beklenmemeli, derhal kararın gereği yerine getirilmelidir. AİHM’in son kararında takdir ettiği tazminat yurttaşlardan alınan vergilerle ödenmemeli, tüm sorumlulara rücu edilmelidir. Hakkaniyet ilkesi de bunu gerektirir.

Gözyaşartıcı kimyasalların kullanımının yasaklanması gerektiğine yönelik öncelikli talebimizi tekrarla, siyasal iktidarı uluslararası insan hakları standartlarına riayet etmeye çağırıyoruz. 

Türkiye İnsan Hakları Vakfı