Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından hazırlanan “Basın Raporu-97”, 28 Mart günü bir basın toplantısıyla açıklandı. TİHV Başkanı Yavuz Önen’in düzenlediği basın toplantısına. Işık Yurtçu, Koray Düzgören, Avrupa Gazeteciler Birliği’nden Doğan Tılıç, Sınır Tanımayan Gazeteciler Derneği Türkiye Temsilcisi Nadire Mater ve halen cezaevinde bulunan gazeteci-yazar Haluk Gerger’in eşi Renan Gerger de katıldı.
Yavuz Önen, basın toplantısında şunları söyledi:
Basın özgürlüğü, hükümetlerin ve devlet otoritelerinin hoşlanmadığı bilgi ve görüşlerin akışını kişilerin haber alma özgürlüğünü güvence altına almak için vardır. Buna karşılık ülkemizde basın özgürlüğü yalnızca yasal sansür yoluyla kısıtlanmamaktadır. Hem Türk Ceza Kanunu’nda. hem de Terörle Mücadele Kanunu gibi özel ceza yasalarında, basın özgürlüğünü engellemek amacıyla pek çok düzenlemeye yer verilmiştir.
Muhalif görüşleri yansıtma özgürlüğü, demokratik yollardan belirlenmemiş “resmi politikalara” ve “ulusal çıkarlara” aykırı bilgileri aktarma özgürlüğü, hem yasal hem de yasal olmayan yollardan engellenmektedir. En önemlisi, “faili meçhul cinayetler”, “yargısız infazlar”, “işkence ve keyfi gözaltılar” da sansür yöntemleri olarak kullanılmıştır ve kullanılmaktadır.
Buna karşılık yetkililer ve hükümetler gazetecilik görevleri başında ya da bu görevleri nedeniyle öldürülen ya da başka ihlallere uğrayan kişilerin “aslında gazeteci olmadıklarını” iddia etmekle yetinmektedir. “Faili meçhul” olduğu iddia edilen bir cinayette öldürülen bir gazeteci ya da gözaltına alınmadığı iddia edilen bir gazeteci hakkında bu tür sorumsuz açıklamaların yapılabilmesi artık pek az kimseyi şaşırtmakta, sarsmaktadır. Yetkililerin bu tür açıklamalarının anlamı şudur. Olayları üstlenmiş, ama bu konunun aydınlığa kavuşturulamayacağını iddia etmiş olmaktadırlar.
Tüm bu baskıların yanı sıra basında tekelleşme, gazete ve televizyonları pazarlama şirketlerine dönüştürme özgürlüğü vardır. Basının kişilerin özel yaşamına girme, kişilik haklarına saldırma, yalan haber verme, ekonomik çıkarlar uğruna yanlış bilgileri yayma özgürlüğü vardır. Aynı zamanda ülkemizde binlerce gazetecinin sendikalaşması, işten çıkarma tehdidiyle önlenmekte, yetkililerin yazdıklarından rahatsız olduğu pek çok gazeteci işten çıkarılmaktadır.
Diğer yandan da hükümetler, basın özgürlüğünün sağlanması konusunda sık sık sözler vermiştir. Buna karşılık mevcut yasalardaki basın özgürlüğünü kısıtlayan düzenlemelerde esasa ilişkin hiçbir iyileştirme sağlanmadığı gibi, hem yeni yasal düzenlemelerde basın özgürlüğünü kısıtlayan hükümler korunmuş ya da genişletilmiş, hem de muhalif basına ve gazetecilere karşı kullanılan hukuk hilelerinde gelişme kaydedilmiştir.
ÖLDÜRÜLEN VE KAYBEDİLEN GAZETECİLER
Geçtiğimiz yıllarda öldürülen ya da kaybedilen gazetecilerden pek çoğu hakkında sayısız veri toplanmış, çelişkili iddialar ortaya atılmış, ancak ya Uğur Mumcu ve Musa Anter’in durumunda olduğu gibi dava açılamamış ya da Metin Göktepe davasında olduğu gibi, sorumlulara adil cezalar verilmemiştir.
“Susurluk Raporu” dikkatle okunduğunda görülecektir ki, “faili meçhul cinayetler” hükümet güçlerince sistematik bir eylem planı içinde gerçekleştirilmiştir. Yetkililere göre, “uygulama”nın yapılması doğrudur; ama şekli ve “neticeleri” hatalıdır. Nitekim Musa Anter’in, raporu yazanlarca bilinen kişilerce öldürülmesinin, “istenmeyen” sonuçlar doğurduğu ifade edilmektedir.
Öte yandan Uğur Mumcu ‘nun öldürülmesiyle ilgili TBMM Araştırma Komisyonu Raporu da yetkililerin muhalif bir gazeteciyle ilgili bu cinayette yarattığı durumu dile getiriyor. Raporda, Uğur Mumcu’nun korunamadığının, hazırlık soruşturmasının yıllar sonra hala dava aşamasına getirilememediğinin, DGM savcılarına güvenin sarsıldığının, Adli Tıp Kurumunun yetersizliklerinin polislerin tutanaklarda tahrifat yaptığının altı çizilmiştir.
Metin Göktepe’nin öldürülmesiyle ilgili açılan dava da, işkencecilere sembolik cezalar verilmesiyle sonuçlandı. Yargıtay aşaması, Türkiye ‘de hukukun bağımsızlığının bir kez daha sınanmasını gündeme getirecektir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı, yargılamanın adil olmadığı ve sonuçta işkencecilere verilen cezaların da kabul edilemez olduğu kanısındadır. Haklarında yasal yayın bulundurmalarının dışında bir iddia söz konusu olmayan başka gazetecilere 12 ila 18 yıl hapis cezaları verilirken, işkenceci ve katillere caydırıcılık amacı ve vasfı taşımayan cezalar verilmesi, ülkemizdeki hukuk skandallarına bir yenisini daha eklemiş oldu.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, öldürülen gazetecilerin unutturulmasına izin vermeyecektir. Bizim açımızdan hiçbir dosya kapatılmamıştır ve sorumlular adil yargılamalar sonucu cezalandırıncaya kadar da kapatılmayacaktır. Türkiye İnsan Hakları Vakfı, insanlık suçu niteliğindeki bu cinayetlerde zaman aşımım kabul etmemekte ve sorumluların adil olarak yargılanmasını talep etmektedir.
MUHALİF BASIN ÜZERİNDEKİ BASKILAR
Basın üzerindeki sistematik ve keyfi baskıların geçmişteki uygulanışı ve sonuçları üzerinde düşünmek için Özgür Ülke gazetesinin 3 Aralık 1994’te bombalanması olayını anımsamak yeter. Aynı düzeyde olmasa da, diğer muhalif basın kuruluşları üzerindeki baskılar, bugün de devam etmektedir. Basın kuruluşlarının bürolarına yapılan baskınlar, gazetecilerin gözaltına alınması, gösteri ve yürüyüşlerde, hatta mahkeme koridorlarında saldırıya uğramaları, bugün de yoğun olarak sürmektedir. Pek çok gazetecinin daha yakından bildiği ve belki yaşadığı bir olay da 29 Temmuz günü Kızılay’da yaşandı. “8 yıllık kesintisiz eğitime” karşı yapılan gösteride çok sayıda gazeteci coplandı, fotoğraf makineleri ve kameraları kırıldı.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, gerek basın ve yayın kuruluşlarına, gerekse gazetecilere yapılan hukuksuzluğun son verilmesini talep etmektedir.
TUTUKLU VE HÜKÜMLÜ GAZETECİLER
Burada sunduğumuz raporda da görüleceği gibi, pek çok gazeteci, basın suçlarından değil, örgüt üyeliğinden yargılanmış; bu nedenle cezalandırılmıştır. Oysa inceleyebildiğimiz dava dosyalarında görüyoruz ki, bu gazetecilerin haklarındaki tüm yasal kanıtlar, yani işkence altında alınan ifadeler dışındaki kanıtlar, bir gazete ya da dergide çalışmalarıyla ilgilidir. Başka bir deyişle, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı suçlanmış ve yetersiz soruşturmalara dayalı olarak cezaya çarptırılmışlardır. Dikkat çekici olan bir konu da, tüm dava dosyalarının emniyet soruşturmalarından ibaret olması, savcılıkların emniyet soruşturmalarına bir ek yapmamış olması, daha da önemlisi, işkence altında alınan ifadelerin, hem savcılıklar hem de yargıçlarca kabul edilmiş olmasıdır.
Basın özgürlüğünün demokratik siyasetin oluşturulmasının temel koşullarından biri olduğuna dikkat çeken Türkiye İnsan Hakları Vakfı, muhalif basın üzerindeki sistematik ve keyfi baskılar süreceğinden; gazetecilerin gözaltında işkence görmeye, ömürlerini cezaevinde tüketmeye devam edeceğinden kaygı duymaktadır.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, insan haklarının hem bir gereği hem de bir koşulu olan basın özgürlüğünün sağlanmasını talep etmektedir. Bunun, yalnızca yasal düzenlemelerle sağlanabileceği kanısında değiliz. Tüm ”faili meçhul” cinayetlerle birlikte gazetecilere karşı işlenen cinayetlerinin de aydınlatılması; tüm işkence olaylarıyla birlikte gazetecilere işkence yapanların, kötü muamelede bulunanların da cezalandırılması; muhalif basın üzerindeki baskıların kaldırılması gerekmektedir
Basın özgürlüğü, insan haklarına dayalı ve demokratik bir toplumsal ve siyasal düzen özlemimizin gerçekleşmesi yolunda önemli yapı taşlarından birini oluşturacaktır.