2006 YILINDA İNSAN HAKLARI ve TİHV
Değerli Kurucular ve Genel Kurul Üyeleri,
Ocak 2006 – Mart 2007 yıllarını kapsayan 6. Çalışma dönemini tamamlamış bulunuyoruz. Yönetim Kurulu olarak; bu dönemde vakfımızın etkinliklerinde emeği geçen kurucularımıza, çalışanlarımıza, gönüllülerimize, destek ve yardımları nedeniyle ilgili tüm kişi ve kuruluşlara teşekkür ediyoruz.
Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi alanındaki dönüşümlerinde Avrupa Birliği’nin motor gücü oluşturduğu 2005 yılının sonuna kadar genel kabul görüyordu. 2005 yılı sonunda da Türkiye’nin AB üyelik sürecinin resmen başlatılması, her iki tarafın başarısı olarak değerlendirildi. Ancak 2006 yılına gelindiğinde, bu süreç kesintiye uğradı. 11 Aralık 2006 tarihinde AB Komisyonu’nun tavsiyesiyle görüşmelerdeki sekiz başlık askıya alındı. Buna gerekçe olarak da Kıbrıs’ta limanların kullanıma açılmaması ve Türkiye’nin Ankara Protokolü’ne uymadığı gösterildi.
Daha önce TİHV’nin de aralarında bulunduğu insan hakları örgütlerinin AB’nin değişik düzeydeki temsilcileriyle yaptığı görüşmelerde AB tarafının dile getirdiği eleştiriler, ağırlıklı olarak uygulamalara yönelik olmuştu. AB temsilcileri, yapılan yasal düzenlemeleri, memnuniyetle karşılıyorlardı. Bizler ise yapılan reformların özüne dair ciddi eleştirilerimizi dile getiriyor, hükümetlerin kapsamlı ve gerçek bir demokratikleşme iradesi göstermediklerinin altını çiziyorduk. AB tarafını da demokratikleşme sorunlarını, gündemlerinin alt sıralarına aldıkları gerekçesiyle eleştiriyorduk. Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin uzun ve ucu açık olmasının geniş toplum kesimlerinde oluşturduğu soru işaretleri, AB ile ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi ile daha da derinleşti. Bu süreçte zaten yükselişte olan milliyetçi akımlar güçlendi, AB karşıtlığı yaygınlaştı, insan hakları savunucuları ile resmi görüşlere muhalif olan kişi ve kuruluşlar hedef haline geldi. Varlıkları öteden beri bilinen milliyetçi kadrolar ve bunların çeteleri şiddet eylemleri gerçekleştirdiler. Bu gelişmeler ışığında, AB’nin halen BM ortamında görüşülmekte olan Kıbrıs sorununu iç sorun haline getirmesini önemli bir yanlışlık olarak değerlendiriyoruz.
2007 yılının Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yapılacak genel seçimler, geçtiğimiz dönemden başlayarak Türk siyasi hayatında önemli tartışmalara neden oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na aday olabileceği kendilerini laik olarak tanımlayan kesimlerle siyasi İslamcılar arasındaki gerginliği daha da artırdı.
PKK’nın Irak’taki varlığının Türkiye’ye yönelik terör ve güvenlik tehdidi oluşturduğu tartışmaları da gündemin üst sıralarında yeraldı. TSK’nin bu nedenle Kuzey Irak’a müdahale etme olasılığına karşı ABD tarafından geliştirilen ve kabul gören “ABD, Irak ve Türkiye hükümetlerinin tayin ettikleri birer temsilciden oluşan bir komisyon çözüm bulsun” önerisi 2006 yılında hayata geçirildi. Komisyonun çalışmaları ve taraflar tarafından yapılan açıklamalar, bu gerilimli ortamın sürmesine neden oldu.
Kerkük’te yapılacak referanduma kısa bir süre kalması, Kürt nüfusun kente yönelik göçünün yoğunluk ve hız kazanmış olması, iç savaşın Irak’ı parçalanmaya sürüklemesi olasılığı, Türkiye siyasi yaşamında ağırlıklı bir yer tuttu. Böylesi bir tartışma ortamında Türkiye’nin bölgedeki ve dünyadaki konumuna ve rolüne dair senaryolar geliştirildi. Irak’tan ayrılmış ya da federatif bir Kürdistan devletinin kurulması, Kerkük’ün Kürt egemenliğine girmesi gibi gelişmelerin Türkiye tarafından kabul edilmeyeceği, sivil ve askeri yetkililerce açıkça açıklanmıştır. Bu kararlılık gösterisi, Türkiye ve Irak merkezi yönetimi ile Kuzey Irak Kürt yönetimi arasında gerilimli bir tartışma yaratmıştır.
Bu arada 2006 Mart ayında İHD ile birlikte, çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir girişime imza attık. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri olan “Gizli Anayasa”nın yani resmi adıyla “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin yürürlüğüne ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtık.
Vakıf ve İHD adına Avukat Öztürk Türkdoğan, 24 Mart günü Danıştay’a verdiği dilekçede yürütmenin durdurulması ve iptali istemini, Anayasa’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2., “Egemenlik” başlıklı 6., Bakanlar Kurulu’nun yetkilerine ilişkin 112., MGK’nin yetkilerine ilişkin 118. maddelerine, 2945 sayılı MGK Genel Sekreterliği Yasası’na, Türkiye’nin imzaladığı BM sözleşmelerine ve AİHS’e aykırılık iddialarına dayandırdı.
Davamıza bakan Danıştay 10. Dairesi, ön incelemesini yaptığı davada, daha önce açılmış benzer davalarda verilen kararların aksine dosyayı esastan görüşmeye karar verdi. Daire, Başbakanlıktan MGSB’nin yargısal denetimden geçirilebilmesi için, MGSB ile birlikte, kabulüne ilişkin kararı ve davaya ilişkin savunmasını göndermesi de istedi.
Ancak, Başbakanlıktan Danıştay’a gönderilen yazıda “MGSB’nin iç ve dış siyaset bakımından gizlilik dereceli bilgileri içerdiği” için verilemeyeceği belirtildi. Başbakanlık savunmasında da, İHD ve TİHV’nin MGSB’ye karşı dava açmaya yetkisi olmadığı, bu kurumların taraf ehliyetlerinin bulunmadığı iddia edildi.
Bu yazıların ardından Ağustos ayında Danıştay 10. Dairesi “belgenin tavsiye niteliğinde olması” gerekçesiyle yürütmenin durdurulması istemini reddetti. Avukatımız Öztürk Türkdoğan’ın bu karara karşı Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’na yaptığı başvuru da 12 Ekim günü reddedildi.
Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın, 10 Kasım 2006 tarihinde katıldığı bir resepsiyonda kendisine yöneltilen bir soru üzerine verdiği “Terör sorunu, Türkiye’de insan hakları ve azınlık haklarına indirgenerek, çok uluslu zemine çekilmek isteniyor. Hiç kimse terörden bahsetmiyor, insan hakları ve azınlıklardan bahsediyor ve çok uluslu zemine taşınıyor. Eğer bu çok uluslu zemine taşınırsa Osmanlı dönemine gideriz” yanıtı hafızalardan silinmedi. Genelkurmay Başkanı’nın bu açıklamalarında, Türkiye’nin insan hakları ve azınlık sorunları üzerinden geliştirilen tartışmalarla parçalanma ortamına sürüklendiği ve bunun uluslararası bir zeminde yapıldığını ifade edilmektedir. Büyükanıt’ın bu açıklaması, insan hakları savunucuları açısından kaygı verici bir değerlendirmedir. Zira, vatan hainlerinin binlercesinin listesini hazırladıklarını açıkça beyan eden ve silah üzerine yemin ederek ölüme gidebilecekleri gibi insanları öldürebileceklerini açıklayan dernekler ya da benzer kafadaki çeteler bu açıklamalardan cesaret alabilir. Hrant Dink’i vurduktan sonra bir “Ermeniyi öldürdüm”, Papaz Santoro’yu öldürdükten sonra “bismillah Allahu Ekber” diye bağıran “çocuk”ların benzeri çocukları eğiterek, yeni cinayetlere hazırlayabilirler.
Devletin en yetkili mercilerinin iç ve dış düşman tehdidi altında bir Türkiye ortamı tanımlamaları ile bu tür örgütlenmelerin görülür ve tanınır hale gelmesi eş zamanlı olmuştur. Yazar Orhan Pamuk ve Prof. Baskın Oran’ın da aralarında bulunduğu aydınlarımızın aldıkları sözlü ve yazılı tehditler, muhalif düşünce sahiplerinin can güvenliklerinin risk altında bulunduğuna işaret etmektedir. Geçtiğimiz yıl yükselişe geçen çatışma ve şiddetin toplumsal ortamda etkinlik kazanması, üzerinde durulması gereken tehlikeli bir olgudur.
İşte Hrant Dink de bu ortamda öldürüldü. Hrant Dink’in ölümü, Türkiye’nin barışseverlerini, demokratlarını, insan hakları savunucularını ve insan sevgisini yüreğinden söküp atmamış insanlarımızı derinden etkiledi. İkiyüz bin insanın cenaze törenine katılarak, “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” sloganları ile onu kucaklaması katillere ve onların komutanlarına çarpıcı bir yanıt oldu. Hrant Dink’in öldürüleceğine ilişkin yapılan ihbarlara rağmen emniyet teşkilatının bu konuda herhangi bir önlem almamış olmasını, cinayet kadar vahim bir olgu olarak değerlendiriyoruz. Hrant, insan hakları savunucusuydu, İHD ve TİHV’nin birlikte düzenlediği yıllık insan hakları konferanslarının da katılımcısıydı. 2006 yılı Aralık ayında İsveç Parlamentosu’nda TİHV’nin Dayanışma Komitesi tarafından düzenlenen Türkiye-AB ilişkileri toplantısına da katılmıştı. Hrant’ın İsveç’e ilk gidişiydi ve toplantılarda ilgi odağı oldu. Öldürülmeden bir gün önceki akşam yemeğinde Yavuz Önen, Rezzan Önen, Metin Bakkalcı ve Coşkun Üsterci ile birlikte oldu. “Aidiyet ve Kimlik” sorunu değerlendirildi. TİHV, bu alanda bir çalışmayı gerçekleştirmek üzere yaptığı hazırlıkları sürdürmektedir. Ürkek güvercinin barış ülküsünü gerçekleştirmek için çabalarımız, devam edecektir.
Kaybımız ve acımız büyük oldu. Onu unutmayacağız. ..
Geçtiğimiz dönemde, milliyetçiliğin topluma şırınga ettiği şiddet ve linç ortamının etkilerini azaltmak, toplumsal barışın zeminini onarmak ve silah ve şiddet yöntemlerinin çözemediği Kürt sorununa barışçıl söylemlerle yaklaşmak amacıyla bazı girişimler gerçekleştirildi. Bir grup aydın bu konudaki kaygılarını iletmek üzere Başbakan’la bir araya geldi, “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı bir konferans düzenlendi. Bu görüşmenin ve Konferansın olumlu etkilerine karşın maalesef güneydoğu illerindeki operasyonlar sürdü. PKK’nin 2006 yılının Ekim ayı başında itibaren geçerli olmak üzere ilan ettiği ateşkesi, can kayıplarının azalması ve toplumdaki gerilimleri azaltması bakımından önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz.
Maalesef Türkiye’deki reform sürecinin AB ile müzakerelere bağlı bir ev ödevi olduğu ve demokratikleşme konusunda atılan adımların samimi olmadığına ilişkin görüşlerimizi destekleyen düzenlemeler yapıldı. Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan yeni düzenlemelerle terör tanımı genişletildi, sanıkların müdafi sayısı birle sınırlandı. Düzenleme ile sakıncalı bulunan müdafilerin reddedilebilmesi, sanıkla müdafi görüşmelerinin gerekli görülmesi halinde izlenebilmesini içeren bu düzenlemelerle birlikte, ifade özgürlüğünü tehdit eden ve işkence uygulamasına zemin hazırlayan bir yasal düzenleme yeniden hayatımıza girdi.
TİHV olarak TCY’nin 301. maddesi üzerinden tartışmalar başladığında Başbakan’a bir mektup yazarak görüş ve önerilerimizi ilettik. 301. maddenin tek başına ele alınmasının yetmeyeceğini sadece TCY’de aynı amaçla kullanılabilecek en az 14 ayrı madde bulunduğunu, ifade özgürlüğünün Anayasal çerçevede daha kapsamlı bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini belirttik. Hazırladığımız metinlerle Türkiye’de ifade özgürlüğünün sağlanabilmesi için yapılması gereken çalışmalar ve mevcut durumla ilgili değerlendirmelerimizi kamuoyu ile paylaştık. Bu süreçte Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in, yasa yapıcı kendileri değilmiş gibi önce sivil toplum örgütlerinden TCY’nin 301. maddesi ile ilgili değişiklik önerisi istemesi, ardından da aydınları iki yüzlü ve kemiksiz olarak nitelemesi de dikkat çekicidir.
Geldiğimiz noktada, işkencenin sayısal olarak azalmasına bakarak, Türkiye’de artık işkence sorunu olmadığına ilişkin gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde genel bir görüş oluşmuştur. Ancak biz rakamlardaki düşüşe rağmen Türkiye’de işkencenin devam ettiğini söylemeye devam ediyoruz. 2006 yılının Mart ayında Diyarbakır’da yaşanan olaylar sırasında güvenlik güçlerinin uygulamaları, bu alanda bir mesafe alınmadığını göstermektedir. Çıkan olaylarda beşi çocuk olmak üzere on dört kişi güvenlik güçleri tarafından öldürülmüştür. Ankara’dan gönderilen özel timlerin kente girişinden sonra, olayların ikinci günü, insanlar öldürülmüş, gözaltına alınmış, yoğun işkence görmüştür. Çoğu çocuk olmak üzere beşyüzün üzerinde insan güvenlik binaları içindeki spor salonunda alıkonulmuş ve sistemli işkenceye tabi tutulmuştur. Ölümlerin failleri yine belli değildir. Diyarbakır Barosu’nun duyurusunu yaptığı 35 işkence olayı ile ilgili soruşturmanın sonuçları bilinmemektedir. Diyarbakır’da yaşanan olaylar, toplumsal tepkileri sindirmek üzere aşırı şiddet kullanmaya hazır kuvvetlerin varlığını, istenilen yer ve zamanda görev yaptıklarını, bu görevler arasında öldürme ve işkencenin de bulunduğunu bir kez daha göstermiştir. Olayların ardından İHD ve TİHV Başkanları ile Mazlumder Urfa Şube Başkanı’nın oluşturduğu bir heyet Diyarbakır’da Demokrasi Platformu, Baro, Büyükşehir Belediye Başkanı ve Vali ile görüşmeler yaptı. İlk izlenimlerimiz bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurulmuş daha sonra da kapsamlı bir rapor olarak yayınlandı.
Geçtiğimiz yıl da güvenlik güçleri gösterilerde gözaltına almadan aşırı güç yoluyla şiddet uygulamaya devam etti. Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere yönelik işkence ve kötü muamele 2006 yılında da sürmüştür. F tipi cezaevlerinde izolasyon uygulamasında çıkartılan genelgeye rağmen önemli bir değişiklik olmadı. Tutuklu ve hükümlülerin avukata erişme, yakınlara haber verme ve diğer hakları ile ilgili engel ve kısıtlar sürdü. İşkencenin soruşturulması ve cezalandırılmasında sorunlar devam etti. Cezasızlık devam etmektedir. İşkence ve kötü muamele suçları nedeniyle AİHM’in verdiği 750 bin YTL’lik tazminatın Hazine tarafından ödenmesi de işkencenin cezasızlığının hatta sahiplenilmesinin bir örneğidir.
Bu genel sunuştan sonra vakfımızın çalışmaları, ilişkileri, açıklamaları hakkında vereceğimiz bazı özet bilgiler, geçen yıl vakıf ortamına dair bir fikir edinmeye yardımcı olacaktır.
Geçen yıllara kıyasla ilişki yoğunluğunda azalma olmakla birlikte AB üyesi olan ve olmayan ülkelerin elçilikleriyle; ABD, Birleşik Krallık, Yunanistan, Fransa, Finlandiya, Belçika, İsveç, Danimarka, Macaristan, Polonya, İsviçre büyükelçileri ve büyükelçilik yetkilileri ile onların talebi üzerine görüşmeler yaptık, resepsiyonlara katıldık. Avrupa’dan grup halinde gelen gazetecilerle birkaç kez vakıfta sohbet ettik. BBC ve Deutsche Welle gibi haber ajanslarının görüşme önerilerini kabul ettik. AB Ankara Temsilciliği ile tedavi projesi çerçevesinde, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi ve İnsan Hakları Alt Komitesi ile temaslarımız oldu. AB’nin çeşitli ortamlarıyla en düşük düzeydeki ilişkiyi geçen yıl yaşadık.
Hükümet’le ilişkilerimiz de düşük düzeyde oldu. Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Abdullah Gül ile İHD ve Mazlum-Der başkanları olarak Diyarbakır olaylarını değerlendirdik. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi’nin İngiltere Büyükelçiliği’nin desteğiyle gerçekleştirdiği proje toplantısına katıldık. Ankara Emniyet Müdürü’nün iftar yemeği davetine üç insan hakları kuruluşu başkanları birlikte katıldık. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a TCY’nin 301. maddesi, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e Cezaevleri İzleme Komitesi hakkında ve milletvekillerine Terörle Mücadele Yasa tasarısına ilişkin mektup yazarak bilgilendirme ve uyarı görevimizi yerine getirdik, bilgi edinme hakkımızı kullandık. Kamu Denetçileri Kurumu Kanun Tasarısı Komisyon çalışmalarında Nevzat Helvacı, vakfı temsil etti.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış ile bizim başvurumuz üzerine Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger ile OPCAT ve diğer sorunlara ilişkin görüşmeler yaptık.
İHD, Mazlum Der, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Seksiyonu ve Helsinki Yurttaşlar Derneği ile ortak basın toplantıları düzenledik. Hükümet ve AB yetkilileriyle, yabancı heyetleriyle görüşmelerde, bazı resmi ziyaretlerde ve bazı etkinliklerde beraber olduk. İHOP ortamı da bu ilişkilerimizin başka bir alanını oluşturdu.
İbrahim Kaboğlu, Baskın Oran ve Orhan Pamuk gibi aydın ve yazarların yargılandığı düşünce özgürlüğüne ilişkin davaları izledik. Adana Temsilcimiz Mustafa Çinkılıç ve hekimimiz Mehmet Antmen aleyhine açılan dava devam etti. Diyarbakır’da 15 çocuk aleyhine açılan davayı da vakıf adına Muhsin Bilal izledi.
Siyasi partilerle ilişkimiz olmadı. Sadece OPCAT çalışması çerçevesinde bir ilişki gerçekleşti. AKP TBMM Grup Başkan Vekili İrfan Gündüz, ANAP Grup Başkan Vekili Süleyman Sarıbaş’la proje sorumlusu arkadaşlarımız Meryem Erdal ve Ülkü Özen görüştüler. Emek Partisi’nden bir heyet vakfa gelerek yakında yayına başlayacak televizyon projesi hakkında bilgi aktardılar.
Basın açıklamaları kanalıyla, kamuoyu, hükümet ve uluslararası kuruluşlarla ilişki kurmada geçen yıllara oranla daha çalışkan olduk. Genel Sekreterimiz Metin Bakkalcı’nın, özellikle Dokümantasyon Merkezimizin ve OPCAT projesini yürüten arkadaşlarımızın çabaları vakfımızın gazete ve televizyon kanallarında daha fazla yer almasını sağlamıştır. Değişik konularda yayınladığımız ve çalışma raporunun ekine konmuş olan basın açıklamalarının sayısı otuza yakındır.
Vakfımızın çalışma alanıyla bağlantılı uluslararası etkinliklerimiz ve ilişkilerimiz yoğun oldu. Avrupa Network Toplantısı (Paris, Levent Kutlu), IRCT işkence toplantısı (Cenevre, Hülya Üçpınar), İsveç, Norveç ve Fransa dayanışma komiteleriyle toplantılar (Yönetim Kurulu adına) gerçekleşti. İsveç Dayanışma Komitemizin etkinliğine (Hrant Dink, Yavuz Önen) daha önce de değinilmişti. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a İsrail’in Lübnan’a saldırısını kınayan mektup, FIDH’a Fransa Parlamentosu’nda görüşülmekte olan Ermeni soykırımını kabul etmeyenleri cezalandırmayı öngören Yasa’nın reddedilmesi için çaba harcanmasını isteyen bir mektup gönderildi.
Çok sayıda ülkenin sivil toplum kuruluşlarıyla, hükümetleriyle ve parlamento temsilcileriyle sayısı otuz sekizi bulan buluşma gerçekleştirdik. Bu ilişkiler dünya çapında yaygın bir tanışıklığı ifade etmektedir. Bu alış-veriş sürekli ve yoğun biçimde yaşanmıştır. Emek verdiğimiz bu dayanışma ve karşılıklı deneyim aktarma ilişkisi vakfımızın geleceğini tasarlarken dikkate almamız gereken önemdedir. İsveç Kızılhaç, Federal Almanya Anayasa Mahkemesi, aynı ülkenin değişik gazeteleri, İranlı mülteciler, Hollanda sosyal hizmet öğrencileri, Kayıplara Karşı Uluslararası Komite (İCAD), Heinrich Böll Vakfı, İsviçre İşkenceyi Önleme Derneği, Hollanda Helsinki Komitesi, Norveç Helsinki Komitesi, Norveç AF Örgütü, ABD Duke Üniversitesi, Danimarka İnsan Hakları Enstitüsü, Uluslararası AF Örgütü, Fransa Dışişleri Bakanlığı, Norveç Göçmenlik Bürosu, Belçikalı Senatosu, İsviçre Göçmen Dairesi, İsveç Parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu, Federal Almanya Yeşiller Partisi, Federal Almanya Saksonya Eyaleti Alman/Türk Parlamenterler Grubu, Finlandiya Dışişleri Bakanlığı AB Departmanı, Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü, İsveç Sida, Federal Almanya CDU/CSU Kadın Parlamenterleri Grubu, Federal Almanya Göç ve Entegrasyon Bakanlığı, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği, İngiltere Dışişleri Bakanlığı, İsveç AB Sorumlusu Bakanlık temsilcileriyle tümü onların talebi üzerine görüşmeler yaptık. Bu merkezi ilişkiler, ilişkinin gerektirdiği biçimde; Yavuz Önen, Metin Bakkalcı, Levent Kutlu, Barış Karacasu, Bahadır Nurol tarafından gerçekleştirilmiştir.
Üniversitelerimiz ve sivil toplum kuruluşlarımızla da alış-verişimiz oldu. Sabancı Üniversitesi’nden bir araştırma görevlisi ile yerinden edilmişlerle ilgili, Muğla Üniversitesi’nden bir hoca ile insan hakları kurulları hakkında görüştük. ÇGD, YAKAY DER, Alevi Bektaşi Federasyonu, TMMOB, TESEV, PSAKD, 78 liler Derneği, SBF İnsan Hakları Merkezi, TAYAD, Ankara Tabip Odası, TOHAV, TTB, Sivil Toplum Derneği, Tecride Karşı Ankara İnisiyatifi, Özgür Üniversite ile çeşitli zamanlarda ve şekilde birlikte olduk. Bu ilişkileri yönetim kurulu üyelerimizin dışında Levent Kutlu, Barış Karacasu, Ülkü Özen, Meryem Erdal, Genco Dönmez, Ebru Uzdil ve Nurcan Turan’ın da katılımıyla gerçekleştirdik.
Kamuoyu ile deneyimlerimizin paylaşılmasına, görüşlerimizin duyurulmasına ve özellikle ilgi alanlarımıza ilişkin görüş geliştirmemize sebep olan Bianet ortamına ve Bianet çalışanı sevgili Tolga Korkut’a teşekkür ediyoruz. Bianet hak haberciliği alanında yalnız vakfımızın görüşlerini değil diğer insan hakları örgütlerinin de görüşlerini duyurmuştur. Geçtiğimiz dönemde Birgün, Evrensel, Gündem ve Radikal gazeteleri de gerek TİHV’nin görüşlerinin kamuoyu ile buluşması gerekse insan hakları sorunlarına ilişkin duyarlılıkları açısından özellikle kutlamak gerekir. Bu gazetelerin yönetimi ve çalışanlarına da teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Yönetim Kurulu’nun üzerinde çalışma yaptığı bir başka önemli konu vakfımızla ilgili kısa ve uzun vadeli durum değerlendirmesi oldu. Yönetim Kurulu tarafından görevlendirilen Metin Bakkalcı ve Coşkun Üsterci’nin koordinasyonunda bir rapor hazırlandı. 2008 yılı bütçesinin bir önceki yıla göre % 35 oranında bir küçülmeye uğrayacağı gözükmektedir. Buna göre gerekli önlemlerin alınması başka bir deyişle mevcut durum değerlendirmesi bu raporun iki önemli konusundan biri idi. İkinci konu uzun vadeli ve geleceğe dairdir. Konulara ilişkin görüşmeler Yönetim Kurulu’nda ve vakıf ortamında devam etmektedir. Özellikle geleceğe dair program olgunlaştığında genel kurulumuzun bilgi ve kararına sunulacaktır.
9-10 Aralık günlerinde yeni binamıza taşındık. 16 Aralık günü bir kokteyl düzenleyerek binamızın açılışına dostlarımızı ve bazı yöneticileri davet ettik. Katılım bize güven ve güç kattı. 17 Aralık Pazar günü de mahalle halkıyla buluştuk. Kadın ve çocukların çoğunlukta olduğu bu buluşma da tahminlerimizin üzerinde yoğun oldu.
Bilindiği üzere restorasyon çalışmalarını Mimar Rezzan Şima Önen’le birlikte Vakıf Başkanı yönetmiştir. Sekiz ay kadar süren bu çalışmalarda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
Kurucu üyelerimizden sevgili Mahmut Tali Öngören için Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Cumhuriyet gazetesi ve TİHV ortaklaşa bir anma günü programladı.
Kurucu üyemiz sevgili Haldun Özen’in mezarını Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası üyeleriyle birlikte ziyaret ettik. “Aydınlanmanın Gülen Yüzü Haldun Özen” adlı belgeseli tedavi merkezlerimizin toplantısına gelen arkadaşlarımızla birlikte odanın toplantı salonunda izledik.
Değerli meslek kuruluşumuz TTB’nin sevgili Başkanı dostumuz, arkadaşımız Füsun Sayek’i yitirdik. İnsan hakları savunusunda ve Vakfımızın çalışma ortamında her zaman yanımızda yeralan bu değerli insanımızı kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Onun etrafına yaydığı sevgi umut ve enerjiden yoksun kalacağız, ancak Füsun Sayek’i unutmayacağız. Sevgili dostumuz Hrant Dink’in yokluğunu yaşarken bir kez daha böyle bir acı yaşamamayı diliyoruz. İnsan hakları ve kadın haklarının yılmaz savunucusu Duygu Asena’yı da özlemle anıyoruz…