ÖNSÖZ
İnsan hakları alanında yaşanan sorunlara müdahil olmaya çalıştığımız bir yılı daha geride bıraktık. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın bu bir yıl içinde genel merkezi ve temsilcilikleriyle yürüttüğü çalışmaları çeşitli raporlarımızda yer vermiştik. Elbette bu çalışmaların, sorunların ağırlığı karşısında yeterliliği tartışılabilir. Vakfın tüm çalışmalarında emek veren dostlarımızın ve özellikle Vakfın çalışanı olarak bir çalışma ortamından çok mücadele yürüttükleri insan hakları alanına gönül verme duygusuyla emeklerini paylaşan dostların yüzümüzün her zaman ileriye dönük olmasındaki payı çok büyüktür.
İnsan hakları açısından çelişkilerle, bir yanda umut diğer yanda kaygılarla geçen zor bir dönemin içindeyiz. Yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada temel insan hakları kavramlarını hiçe sayan yaklaşımlarla yüz yüze geliyoruz. İnsan hakları kavramının çokça dillendirildiği ama hiç değer verilmediği bir dünyada insan hakları mücadelesi verirken, yüksek duvarlarla karşılaşmak ve duvarları aşmak için çaba göstermek zorunda kalındığında insan hakları bilincinin yerleştirilmesi için yapılacaklar yetersiz kalabiliyor.
Umutlu bir yıl geçirdik, çünkü Türkiye’de ilk defa kendi yakın çevremizin epeyce dışında insanlarla buluşup işkenceyle etkin bir mücadelede toplumun bütün bireylerinin sorumluluğunu konuşma, daha da ötesi bu sorumluluğu yerine getirmek için olumlu adımlar atma olanağı bulduk. İstanbul Protokolü eğitimlerini Protokolün yayınlandığı 10 yıl içinde, birlikte insan hakları mücadelesi yürüttüğümüz farklı disiplinlerden pek çok dostumuzla gerçekleştirmiştik. Bu kez buluştuğumuz 3.476 hekimin büyük çoğunluğu ise hemen hiç buluşma olanağı bulamadığımız bambaşka kaygılar taşıyan bir grubu oluşturuyordu. Bu hekim grubunun %83’ü hastasını bir polis eşliğinde muayene edebileceğini, %62’si ruhsal değerlendirmenin işkencenin belgelenmesinde yeri olmadığını ve %31’i bazı durumlarda işkencenin meşru sayılacağını savunuyordu. Bugün ise pek çok hastanede ayrı ve daha uygun ortamların sağlandığı muayene odaları, acil nöbetinden ayrı adlî nöbet tutan hekimler işkencenin hiçbir koşulda meşru sayılamayacağı bilinciyle etkin belgeleme için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Daha önce hiç buluşamadığımız hekimlerden bazıları ilk kez Vakfın kapısından içeri girip yayınlarımızdan ediniyorlar, “ben Vakıf için ne yapabilirim” sorusunu soruyorlar.
Çelişkiler mi, işte onlar hayli fazla. Bu hekimler soruşturmalar geçiriyor, hatta gözaltına alınıyor son zamanlarda. Onlar bu durumla yeni yeni tanışıyorlar, ama eskiden beri bu işleyişi bilen ve buna karşı mücadele edenler için de çelişkiler keskinleşmiş durumda. Peş peşe gelen gözaltı ve tutuklamaların insan hakları mücadelesinin içindeki insanlarımızı hedef aldığına tanıklık ettiğimiz bir yıl geçirdik. İnsan Hakları Derneği’nin merkez ve şube yöneticileri tutuklandı, tutuklanmaya devam ediyor. Derneğin başvuruculara ait kayıtlarına el kondu. Düşünce ve ifade özgürlüğü her zamanki gibi yok sayılıyor. Düşünen, konuşan ve yazan herkes mahkeme mahkeme dolaşmaya devam ediyor. Mahkemelerde dolaşmayanlar ise işkence suçu işlemeye devam edenler. Cezasızlığın önüne geçilebilmiş değil. Hekimler yaralanma olduğunu görüyor, tanımlıyor ama basit tıbbî müdahaleyle giderilebilir bir yaralanması olduğu için işkence mağdurlarının suç duyuruları hakkında takipsizlik kararı veriliyor. Yetmezse memura görevi başında saldırmaktan veya mukavemetten işkence görenlere karşı davalar açılıyor. Çocuklarımızın yaşadıkları ihlalleri anlatabilmek için ayrı bir rapor ihtiyacı olduğu görünüyor. Bu yıl içinde destek programlarımıza hedefl enenin çok üzerinde çocuk başvurucu almak zorunda kaldığımızı raporda da göreceksiniz. Çocuklar ne yazık ki hâlâ varlığını sürdüren özel yetkili mahkemelerde yargılanıyor ve avuçlarının içinde taş izi görüldüğü iddiasıyla örgüt üyesi yapılıyor. Sapanlar da örgütlü mücadelenin silahları olarak kabul ediliyor. Cezaevlerinde beslenme ve barınma koşullarını ele almaya bütün bu ağır ihlallerden sıra gelmiyor.
Cezaevlerinde çocuklarımızı ağırlamakla yetinmeyip, hasta bakımlarını da itinayla yapmayı sürdürüyoruz. Kamuoyunda tartışmalı bir bilirkişilik kurumunun verdiği raporlarla cezaevlerindeki hastaların ölmesi bekleniyor.
Tüm bu ağır hak ihlalleri demokratik açılım tartışmalarının yapıldığı dönemde olurken, Kürt illerinin yerel yöneticileri de açılım ertesi tutuklanan binlerce insanın arasında yerini alıyor. Anayasa tartışmaları, Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklik, İnsan Hakları Kurumu kurulması gibi toplumun tüm kesimlerinin ortak aklına ihtiyacı olan süreçlerde içtenlikten yoksun buluşmalar sonuçsuz kalırken, başlıklar üzerinden siyasî rant kavgaları ile umutlar köreltiliyor. Yükselen gerilimler toplum içi çatışmaları körüklüyor.
Bu içtenliksiz tutumun her yerde kesintisiz sürdüğünü de biliyoruz. İspanya’da bir yargıç, Baltasar Garzón, Frankist rejimde zorla kaybedilen 114.000 insanın bedelini sormaya yeltendiği için 20 yıl boyunca mesleğini yapamama tehdidiyle yargılanıyor. Endonezya’da bir grup, Papua bağımsızlık bayrağı taşıdıkları için isyan etmekten cezaevine kondu. Türkiye’de Tekel işçileri sürdürdükleri mücadele ile umudumuzu tazelerken, İran’da Şeker İşçileri Sendikası, Rusya’da Su İşçileri Sendikası, Pakistan’da otel işçileri ve Britanya’da havayolu işçileri çalışma koşulları, ücretleri ve güvenlikleri için mücadele ediyor, tutuklanıyor ve yargılanıyor. İnsan hakları mücadelesi zorlu bir mücadeledir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı 20 yıldır bu mücadelede varlığını sürdürmüş ve uluslar arası alan da dâhil yürüttüğü çalışmalarla örnek oluşturmuştur. Dönemin özelliği gereği daha sık acil çağrı yapmak zorunda kaldığımız, mücadelenin daha sıcak olduğu muhakkaktır. Bu mücadelede hepimizin gücüne ve aklına ihtiyacımız var. Geçirdiğimiz dolu dolu 20 yılın hakkını vererek, gecenin en karanlık olduğu anın gün doğmadan hemen önceki an olduğunu unutmadan, hep birlikte güneşin doğuşunu izlemek dileğiyle…
Şebnem Korur Fincancı, Prof.Dr.
TİHV Başkanı