Birleşmiş Milletlerin Paris İlkelerine Aykırı Biçimde Herkesten, Hepimizden Gizlenerek Hazırlanan “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı” Derhal Geri Çekilmelidir!
18 Mayıs 2009 tarihinde Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından basına yapılan açıklamayla Hükümetin “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı” hazırlamış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Aslında bu yasa tasarısı, Türkiye’de insan haklarının geliştirilmesi ve korunması bakımından son derece önemli bir role sahip olan “İnsan Hakları Ulusal Kurumu” kurma yolunda Hükümetin 2004 yılından bu yana gerçekleştirdiği üçüncü girişimdir.
Bundan önceki her iki girişimde kurumlarımızın ve kamuoyunun görüşlerine başvurulmadığı, bu nedenle de yasa tasarısı hazırlıklarının emrivaki niteliğinde olduğu gerekçesiyle kurumlarımız tarafından eleştiriyle karşılanmıştı.
Bugünde benzer bir emrivaki ile karşı karşıyayız. Zira Bakanlar Kurulu’nun kabul ettiği bu yasa tasarısı hakkında ülkemizde insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için yıllardır karşılaşılan büyük zorluklara, çıkarılan engellere karşın yoğun uğraş veren kurumlarımıza hiçbir bilgi verilmemiştir.
Bakan Cemil Çiçek’in söz konusu açıklamasında yasa tasarısının gerekçesini özetle “AB ilerleme raporlarında özerk bir kurumun kurulması arzu edilmektedir. Böyle bir kurumun Türkiye’de bulunmamış olması eksiklik olarak ifade edilmiştir” şeklinde belirtmiştir. Bu ifadeler, bizde yine gönülsüz olarak ve adeta ev ödevi anlayışıyla yapılmış bir “AB reformu” ile karşı karşıya olduğumuz duygusuna yol açmaktadır.
Böyle hissetmekte de haksız sayılmayız. Zira bugüne kadar insan hakları alanında Hükümet tarafından gerçekleştirilen pek çok çalışma ve düzenleme, başta insan hakları örgütleri olmak üzere konunun uzmanlarının görüş ve önerileri alınmadan, çözüm alternatifleri tartışılmadan, uluslararası standart ve ilkelere özen gösterilemeden, tamamen AB’ye insan hakları alanında ilerleme sağlandığını kanıtlamak adına ama gereksiz sorunlara da yol açmayacak biçimde yapılmıştır.
Süreç içersinde böylesi bir anlayışın ürünü olarak Türkiye’de çok sayıda insan hakları birimi oluşturulmuştur. Bunların başında “İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları” ile hukuka aykırı bir şekilde çalışmalarına son verilen “İnsan Hakları Danışma Kurulu”nu sayabiliriz.
Ne var ki, adları anılanlarda dahil olmak üzere Türkiye’de oluşturulan tüm insan hakları birimleri, gerek oluşumları gerekse faaliyet alanları bakımından oldukça sorunlu ve konuya ilişkin en önemli ölçüt olan Paris İlkeleri’ne aykırı olan örgütlenmelerdir. Bir başka deyişle bu örgütlenmelerin hiçbiri ihlali yapanın aynı zamanda ihlalden koruyucu olması çelişkisini aşmak üzere tasarlanmış değillerdir.
Nitekim “İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarında” yönetim hiyerarşisinden ve insan hakları ihlallerin asli sorumlusu kolluk kuvvetlerinden temsilciler tam kadro yer alırken insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin katılımı istenilen ölçüde gerçekleşmemiştir. Bu durum, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın 2007 İnsan Hakları Raporu’unda yer alan “Yönetmelik hükümlerine göre Kurullarda en az 3 olması gereken sivil toplum kuruluşları bazı illerimizde sadece 1’dir. (…) Bununla birlikte, Kurullarda görev yapan STK’ların önemli bir kısmı insan haklarıyla doğrudan ilgili değildir. Kurullarda üyelik yapan bazı STK’ların, insan hakları çalışmalarına hangi ölçüde ve nasıl katkı sağlayabilecekleri pek belirgin değildir…” biçimindeki ifadelerle de doğrulanmaktadır.
Öte yandan adından da açıkça anlaşılacağı üzere bir danışmanlık birimi olarak oluşturulan “İnsan Hakları Danışma Kurulu”ndan Hükümetin görüş istediği tek konu 08.12.2003 tarihinde AB Uyum Raporu’nun insan hakları ve siyasal kriterler çerçevesinde değerlendirilmesi olmuştur. Kurulun hukuka aykırı bir şekilde dağıtılmasından önceki kısa çalışma döneminde tek bir yasa tasarısı için bile görüşü alınmamıştır. Üstüne üstelik Azınlıklar ve Kültürel Haklar Raporu’ndaki düşünceleri nedeniyle Kurul Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile Alt Komisyon Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile “yargı organlarını alenen aşağılama” suçlarından 5’er yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştır.
Aslında, bırakın yukarıda sıralanan sorun alanlarını “İnsan Hakları Danışma Kurulu”nun beş yıla yakın bir zamandır toplanmaması bile tek başına konunun hükümet tarafından ne kadar ciddiye alındığını bir göstergesidir.
Bilindiği gibi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 3 Mart 1992 tarihli 1992/54 sayılı ve BM Genel Kurulu’nun 20 Aralık 1993 tarihli 48/134 sayılı kararlarıyla kabul edilmiş olan ve “Paris İlkeleri” olarak nitelendirilen “İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması İçin Kurulan Ulusal Kuruluşların Statüsüne İlişkin İlkeler”, insan hakları alanında ve ayrımcılıkla mücadele etmek için kurulan ulusal kuruluşların diğer devlet kuruluşlarından ve siyasal iktidardan özerk olmasını güvence altına almayı hedefleyen ilkelerdir.
Hükümetin, oldubittiye getirerek hazırladığı son yasa tasarısında bu ilkelere ne ölçüde yer verdiğini bilmiyoruz. Ancak, bugüne kadar yapılıp edilenlere baktığımızda ilkelere uygun bir tasarı olduğuna dair umut da taşımıyoruz. Ötesi kimseye danışılmadan hazırlık yapılmış olması nedeniyle de kaygılıyız.
Dolayısıyla oluşturulması düşünülen “Türkiye İnsan Hakları Kurumu”nun mutlaka,
– finansman ve personel açısından bağımsız olması;
– üyelerin görev güvenceleriyle donatılmış olması;
– atanma prosedürlerinin, üyelik kriterlerinin, üye kompozisyonlarının açıkça belirlenmesi;
– habersiz ve sınırsız bir ziyaret yetkisine sahip olması;
– raporlar düzenleyerek kamuoyuna hesap verebilir olması;
– tavsiyelerde bulunma yetkisine sahip olması;
– insan hakları alanında aktif olarak çalışan sivil toplum kuruluşlarının en geniş katılımının sağlanması;
– kurulda idarenin temsili olacaksa da oy kullanma hakkının olmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Aksi halde, oluşturulacak “İnsan Hakları Kurumu”nun, şu anda var olan sorunlu ve işlevsiz insan hakları kurul ve kurumlarından bir farkı olmayacaktır. Daha da ötesi bir kere kurulacak ve uluslararası camianın önemli bir muhatabı haline gelecek olan bu kurum dar siyasal çıkarlara heba edilmiş olacaktır.
Kısacası, Hükümet Türkiye’de insan haklarının geliştirilmesi ve korunması bakımından son derece önemli bir role sahip olacak böylesi bir kurumun oluşumuna ve yetkilerine dair tüm kararı Paris İlkeleri’ne tamamen aykırı bir şekilde kendi başına alıyor. Konuyu da Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından düzenlenen ve 22 Mayıs 2009 tarihinde gerçekleştirilecek olan “Medeniyetler İttifakı: Uluslararası İnsan Hakları” başlıklı uluslararası katılımlı bir toplantıda tartışmaya açarak süreci daha da bulanık bir hale getirmeye çalışıyor. Bu, Türkiye’de insan haklarına saygının ve demokrasinin tesis edilmesi için emek veren kurumlarımız açısından kabul edilemez bir durumdur. Herkesten, hepimizden kaçırılarak hazırlanan bu yasa tasarısı derhal geri çekilmelidir. Hükümetin bir anlamda hak ihlali olarak da değerlendirilebilecek bu antidemokratik uygulamasının aracı olmamak için de ece dahil olmayacağız.
Helsinki Yurttaşlar Derneği
İnsan Hakları Derneği
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği
Türkiye İnsan Hakları Vakfı
Uluslararası Af Örgütü-Türkiye Şubesi