GİRİŞ
Bu araştırma, Türkiye’de sosyal travmanın, devlet tarafından uygulanan baskı ve siyasal şiddet süreçlerindeki değişimler sonucu yeni bir boyut kazanmış olduğu varsayımına dayanmaktadır. Türkiye’de sosyal travmanın siyasal anlamda neredeyse gelenekselleşmiş görece bilindik boyutlarına eklenen, son yıllarda, özellikle OHAL Döneminde yoğunlaşarak ortaya çıkan yeni boyutlarından söz edebiliriz. Öncelikle, Türkiye’nin güneydoğu ve doğu bölgelerinde yerel halk Temmuz 2015’te silahlı çatışmaların yeniden başlaması sonrasında çatışmalar, sokağa çıkma yasağı ve askeri operasyonlardan ciddi biçimde etkilenmektedir. 1990’lı yıllarda silahlı çatışmalar nedeniyle köylerini terk etmeye zorlanan ve şehir merkezine taşınmak zorunda kalan Kürt aileler göz önünde bulundurulduğunda, sosyal travmanın nesiller arası aktarımına odaklanmak gerekmektedir. Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde, Kürt yurttaşların yoğun olarak yaşadığı şehirlerde yerel halk, ülkedeki genel politik iklimin değişmesi ile Temmuz 2015’te silahlı çatışmaların yeniden başlaması sırasında ve sonrasında, çatışmalar, sokağa çıkma yasakları ve bunların sonucunda ortaya çıkan çok yönlü yoksunluklar ve hak ihlallerinden ciddi biçimde etkilenmiştir. İkinci olarak, İstanbul ve Ankara gibi metropollerde sivilleri hedef alan bombalı saldırılar, doğrudan hak ihlallerine maruz kalmayan grupların da kendilerini tehlike altına hissetmesine neden olmuştur. Bu durum, Türkiye’de yaşanmakta olan sosyal travmayı genel olarak derinleştirmiştir. Aşağıda yakın dönemde gerçekleşen bu saldırılar ve sadece yaşam hakkı ihlalleri bakımından, TİHV raporlarına dayanılarak sonuçları sunulmuştur; kuşkusuz bu saldırılar çok sayıda yurttaşın hayatını kaybetmesinin yanı sıra fiziksel yaralanmalar, organ kayıpları ve daha pek çok maddi ve psikolojik kayıp ve olumsuz sonuçlara yol açmıştır:
“2015 yılında doğrudan sivillere yönelik en az 4 bombalı saldırı: 5 Haziran 2015 tarihinde beş sivilin yaşamını yitirdiği Diyarbakır’da HDP mitingine yönelik saldırı; 20 Temmuz 2015 tarihinde 33 sivilin yaşamını yitirdiği Suruç’taki saldırı; 10 Ekim 2015 tarihinde 101 sivilin yaşamını yitirdiği Ankara tren garındaki saldırı ve 23 Aralık 2015 tarihinde Sabiha Gökçen havalimanında 1 sivilin yaşamını yitirdiği saldırıdır. 2016 yılında ise çok sayıda güvenlik gücü görevlisinin yaşamını yitirdiği güvenlik güçlerine yönelik bombalı saldırıların yanı sıra doğrudan sivillere yönelik ya da sivillerin de yaşamını yitirdiği en az 20 bombalı/silahlı saldırı: 12 Ocak 2016 tarihinde 11 sivilin yaşamını yitirdiği İstanbul Sultanahmet’teki saldırı; 14 Ocak 2016 tarihinde üçü çocuk beşi sivil ve biri polis altı kişinin yaşamını yitirdiği Diyarbakır Çınar’daki saldırı; 17 Şubat 2016 tarihinde 14’ü sivil 29 kişinin yaşamını yitirdiği Ankara Merasim sokaktaki saldırı; 13 Mart 2016 tarihinde 37 sivilin yaşamını yitirdiği Ankara Güvenpark’taki saldırı; 19 Mart 2016 tarihinde dört sivilin yaşamını yitirdiği İstanbul İstiklal caddesindeki saldırı; 2 Nisan 2016 tarihinde bir sivilin yaşamını yitirdiği Mardin Kızıltepe’deki saldırı; 10 Mayıs 2016 tarihinde üç sivilin yaşamını yitirdiği Diyarbakır’daki saldırı; 12 Mayıs 2016 tarihinde 16 sivilin yaşamını yitirdiği Diyarbakır Dürümlü’deki patlama; 7 Haziran 2016 tarihinde beşi sivil, yedisi polis 12 kişinin yaşamını yitirdiği İstanbul’daki saldırı; 8 Haziran 2016 tarihinde üçü sivil, ikisi polis beş kişinin yaşamını yitirdiği Mardin Midyat’taki saldırı; 28 Haziran 2016 tarihinde çoğu sivil 45 kişinin yaşamını yitirdiği İstanbul’daki saldırı; 10 Ağustos 2016 tarihinde ikisi sivil, biri polis üç kişinin yaşamını yitirdiği Mardin Kızıltepe’deki saldırı; 10 Ağustos 2016 tarihinde beş sivilin yaşamını yitirdiği Diyarbakır’daki saldırı; 15 Ağustos 2016 tarihinde biri çocuk iki sivil, beşi polis yedi kişinin yaşamını yitirdiği Diyarbakır’daki saldırı; 17 Ağustos 2016 tarihinde ikisi sivil, ikisi polis dört kişinin yaşamını yitirdiği Van’daki saldırı; 20 Ağustos 2016 tarihinde 56 sivilin yaşamını yitirdiği Gaziantep’teki saldırı; 9 Ekim 2016 tarihinde sekizi sivil, onu asker 18 kişinin yaşamını yitirdiği Hakkari’deki saldırı; 4 Kasım 2016 tarihinde yedisi sivil, ikisi polis dokuz kişinin yaşamını yitirdiği Diyarbakır’daki saldırı; 24 Kasım 2016 tarihinde iki sivilin yaşamını yitirdiği Adana’daki saldırı; 10 Aralık 2016 tarihinde sekizi sivil, 37si polis 45 kişinin yaşamını yitirdiği İstanbul’daki saldırı.” (TİHV Çalışma Raporu Mart 2016 – Haziran 2017)
Bu araştırmada, bütün gruplara ulaşılmaya çalışılsa da araştırmanın sınırlılıkları nedeniyle bu mümkün olamamış sadece Ankara ve Suruç saldırılarının doğrudan hedefleri olan kişiler ve yakınları ile görüşülmüştür.
Üçüncü olarak, Temmuz 2016 askeri darbesi girişiminin arkasındaki örgütle bağları bulunduğu iddia edilen muhafazakâr / dindar bir grup, “FETÖ Terör Örgütü” operasyonları başlığı altında, Türkiye’de OHAL’den kaynaklanan insan hakları ihlallerine maruz kalmıştır. Binlerce yurttaş KHK’larla işlerinden atılmış, gözaltı ve tutuklamalara maruz kalmış, yasal süreçler sonunda suçsuz bulunanların ise halen işlerine dönmek ve kayıplarının giderilmesi konusunda büyük zorluklarla karşılaştıkları bilinmektedir. 130 binden fazla kişi bir daha kamu görevinde yer almamak üzere KHK’lar aracılığıyla kamu görevlerinden ihraç edilmiştir. KHK ile kamudan ihraç edilmeye itiraz mercii olarak kurulan OHAL Komisyonları, yıllardır binlerce itirazı değerlendirmekte; çok ağır işleyen bu süreç iç hukuk yolu sayıldığı için AİHM’e başvuruların da engellenmesine yol açmaktadır. OHAL Komisyonlarının itirazları kabul ettiği durumlarda bile, göreve dönülmesi önünde engeller bulunuyor. Bu gruptaki yurttaşlarla yapılan araştırmaların gösterdiği gibi, bu grupların çatışma bölgelerinde yaşayan Kürt yurttaşlar ve genel olarak muhalif gruplar ve insan hakları savunucularının aksine bugüne kadar insan hakları için mücadele etme gelenekleri yoktur. Bu grubun karşılaştığı insan hakları ihlallerinin boyutları, bu toplumsal travmayı nasıl deneyimledikleri ve bununla nasıl baş ettikleri konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Ayrıca yine bu dönemde insan hakları savunucularına ve hak örgütlerine yönelik baskılar ve ifade özgürlüğünün kullanılması konusunda var olan kısıtlamalara ek olarak, özellikle sosyal medya üzerinden yaşanan gözaltı ve tutuklama sayılarında ciddi artışlar gözlenmiştir. İnsan haklarının farklı alanlarında çalışan yüzlerce dernek yine KHK’larla kapatılmış ve veya çalışmaları idari ya da keyfi kararlarla engellenmiştir. Bu dönemde LGBTİ+ gruplar ve bu alanda çalışan hak örgütleri üzerindeki baskılar da artmıştır. Ankara Valiliği Kasım 2017’de OHAL Kanunu’na dayanarak süresiz LGBTİ+ etkinlik yasağı ilan etmiştir. 16-17 Kasım 2017’de tarihinde yapılan “Kuir Fest” yasaklandı. İstanbul’da da LGBTİ+ etkinlikleri fiilen yasaklandı. Ankara Valiliği’nin yasakları resmen kalksa da fiili yasaklar uygulanmaya devam etmektedir.
Araştırmamızda yer alan bir diğer grup da ilk KHK’larla kapatılan üniversitelerde çalışanlardır. Toplam 5 bin 600 akademik kadrosu ve daha fazla sayıda idari personeli ve çalışanı olan 15 vakıf üniversitesi ilk KHK’larla kapatılmıştır. Bu üniversitelerde çalışanların yasal statüleri açısından hiçbir düzenleme yapılmamış, binlerce çalışan işsiz kalmıştır. Üniversitelerden ihraçlar yoluyla, emekliliğe zorlanarak ya da vakıf üniversitelerinde sözleşmeleri yenilenmeyerek işsiz ve güvencesiz bırakılan bir başka grup da “Barış Akademisyenleri” olarak anılan gruptaki akademisyenlerdir. 11.01.2016 tarihli “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzalayan kamu ve vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerden, imza nedeniyle 549 kişi, KHK ile kamu görevinden ihraç edildi, işten çıkarıldı ya da istifa etmeye veya emekliliğe zorlandı; haklarında, terör örgütü propagandası yapmak (TMK 7/2 ve TCK 53) suçlamasıyla, 15 ayla 36 ay arasında değişen hapis cezaları verilen davalar açıldı. 3 akademisyen 40 gün ve 1 akademisyen 22 gün tutuklu kaldıktan sonra çıkarıldıkları mahkeme tarafından tahliye edildiler. Cezası kesinleşen Prof. Füsun Üstel, 8 Mayıs 2019’da Doç. Dr. Tuna Altınel ise 11 Mayıs 2019’da Fransa’da gerçekleşmiş bir konferans gerekçe gösterilerek TMK 7/2 suçlaması ile tutuklandı. Şu anda tutuklu barış akademisyeni bulunmuyor. Bir yandan davalar, bir yandan da çıkan mahkûmiyet kararlarına ilişkin itiraz süreçleri devam ederken Anayasa Mahkemesi 26 Temmuz 2019 tarihli Genel Kurul kararıyla, “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” başlıklı bildirinin “kamu gücünü kullananlara hukuk içinde kalmaları ve meseleleri şiddeti dışlayan yöntemlerle çözmeleri çağrısı” içerdiğini vurgulamış, metnin “ifade özgürlüğü” kapsamında olduğunun altını çizmiş ve metnin imzacılarına yönelik cezai işlemlerin ve her türlü müdahalenin kişilerin ifade özgürlüğünün ihlali anlamına geldiğine hükmetmiştir. Bu karardan sonra çok sayıda akademisyen beraat etmiştir; süreç devam etmektedir fakat bu karara rağmen akademisyenlerin işlerine dönme süreçleri önündeki engeller ve pasaportları üzerindeki kısıtlamalar devam etmektedir.
***
Araştırmayı PDF olarak indirmek için tıklayınız.