SUNUŞ
Evrensel normlara göre, haklarında bir suç isnat edilsin ya da edilmesin bireylerin herhangi bir nedenle devletin kontrolüne girdiği andan itibaren bedensel ve ruhsal bütünlüğünü korumak devletin yükümlülüğü ve sorumluluğu altındadır.
Bu yükümlülük, başta yaşam hakkı ihlalleri ve işkence olmak üzere tüm hak ihlallerinin önlenmesi çabasını da içermektedir. Alınan önlemlere ve gösterilen çabalara karşın yine de bir ihlal gerçekleşiyorsa faillerin saptanması, yargılanması, cezalandırılması ve cezanın da yerine getirilmesi de aynı şekilde söz konusu yükümlüğün bir gereğidir
Oysa günümüzde devletler, özellikle yaşam hakkı ve işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan düzenlemeler ve uygulamalar yaparak bu yükümlülüklerini yerine getirmeyebilmektedirler. Hukukta yaygın olarak kullanılan zamanaşımı kuralı da bunlardan biridir.
Yaşam hakkı, insan olmanın ve sahip olunan hak ve özgürlükleri kullanabilmenin kaynağıdır. Bu nedenle de bütün hakların en üstünde yer alır ve mutlak olarak devletin koruması altındadır. Tüm insanlığın ortak kazanımı ve hakkı olan işkence yasağı, uluslararası hukuk açısından “buyruk kural” niteliği taşır. Bu bakımdan hiçbir istisnası yoktur ve devletler yasağının mutlak karakterini ortadan kaldıran düzenlemeler yapamaz.
Maalesef ülkemizde insan hakları ihlallerinin devamlılığında en etkin unsur cezasızlık olgusudur: İhlallerin etkin biçimde soruşturulması, faillerinin saptanması, fiilleri nedeniyle uygun bir cezaya çarptırılması ve cezalarını çekmeleri son derece nadirdir. Cezasızlığa yol açan en önemli faktörlerden biri de zamanaşımıdır. Başka bir deyişle zamanaşımı, ihlalleri teşvik etmekte, meşrulaştırmaktadır. Bu nedenle de yaşam hakkının ve işkence yasağının mutlak karakterine aykırıdır.
Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde ve teamül hukukunda devlet tarafından ya da devletin teşviki veya rızası yahut göz yumması sonucu üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen yargısız infaz, gözaltında zorla kaybetme gibi yaşam hakkı ihlalleri ve işkence fiillerini insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilerek bu suçlar için zamanaşımı uygulanmaması gerektiği özellikle vurgulanır. Oysa Türkiye’de bu tür suçlarda zamanaşımı mümkündür.
1990’lı yılların ilk yarısı, Türkiye’de yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin ulaştığı boyut ve nitelik bakımından çok özel bir dönemdir. Zira bu dönemde toplumda derin acılara ve travmalara yol açan, toplumsal barışı tahrip eden başta faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve işkence olmak üzere ağır insan hakları ihlallerinde büyük bir artış ve yoğunluk yaşanmıştır. Bu ihlallerin bir daha asla yaşanmamasını sağlamak ve toplumsal barışı yeniden tesis etmek için bir bütün olarak bu dönemle yüzleşmek/hesaplaşmak; başka bir deyişle ihlallerin/suçların ardındaki ortak aklı/ zihniyeti/sistemi, ‘hakikati’ ortaya çıkarmak gerekiyor. Bunun için atılması gereken ilk ve önemli adım ise faillerinin saptanıp, cezalandırılmasıdır. Ancak söz konusu döneme ilişkin suçlarda 765 Sayılı Eski Türk Ceza Kanunu hükümleri geçerlidir. Bu kanunda yaşam hakkını ihlal eden fiiller “kasten öldürme” olarak tanımlanmıştır ve zamanaşımı süresi 20 yıldır. Bunun anlamı, 1990’ların başlarında gerçekleşen pek çok yargısız infaz, gözaltında zorla kaybetme ve işkence fiilinin cezasız kalmasıdır. Yani yargının tozlu arşivlerinde bekleyen yüzlerce hatta binlerce dosyanın failler cezalandırılmadan, mağdurların onarım ve giderimi sağlanmadan, kısacası adalet tesis edilemeden bir daha açılmamak üzere tarihin derinliklerine gömülmesidir.
Elinizdeki bu çalışmayla örnek olarak incelenen on vaka üzerinden karşı karşıya olduğumuz bu ağır ‘hakikate’ dikkat çekmek istedik. Zamanaşımı kuralının adaleti nasıl yok ettiğini, aslında ‘hakikatin’ üstünü nasıl örttüğünü göstermeye çalıştık. Bu sınırlı çalışma bize, yaşam hakkı ihlali ve işkence suçları bakımından zamanaşımı uygulamasının ceza yargılaması, disiplin yargılaması ve tazminat taleplerinde bir bütün olarak kaldırılmasına yönelik yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması zorunluluğunu çok açık biçimde gösterdi. Dileriz başta Hükümet ve TBMM olmak üzere tüm yetkililere de gösterir. Böylelikle çalışmamızın toplumsal barışın tesis edildiği, insan haklarına saygılı ve demokratik bir Türkiye mücadelesine küçükte olsa bir katkısı olur. Çalışmaya gerçekleştiren Aysun Koç, Coşkun Üsterci, Evren Özer ve Hülya Üçpınar’a; ayrıca ellerindeki veri ve bilgileri, dava dosyalarını bizimle paylaşan insan hakları savunucularına ve hukukçulara çok teşekkür ederiz.
Şebnem Korur Fincancı
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı
***
İşkence ve Diğer Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Zamanaşımı kitabını indirmek için tıklayınız.