Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) işkencesiz bir Türkiye ve dünya hedefine ulaşmak amacıyla, mücadeleyle geçen yirmi yılı geride bıraktı. Bir yandan çeşitli engel ve zorlukların diğer yandan ise sevgi, dostluk ve dayanışmanın çok güçlü bir şekilde yaşandığı bu yirmi yılda Vakfımız:
- İşkence gören 12 bin 450’den fazla kişiye tedavi ve rehabilitasyon hizmeti verdi;
- Gerçekleştirdiği tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarını raporlaştırdı;
- Ülke çapında gerçekleşen insan hakları ihlallerini izleyip raporlaştırdı;
- İşkencenin gerek tanı ve tedavisine, gerekse tespit ve kanıtlanmasına yönelik olarak bilimsel araştırmalar yaptı;
- İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı muamele veya cezaların etkili biçimde soruşturulması ve belgelendirilmesi için çok önemli bir Birleşmiş Milletler belgesi olan İstanbul Protokolü’nün oluşturulmasında etkin rol oynadı;
- İşkence görenler için hukuk destek çalışmaları yürüttü; Ülke içinde ve dışında eğitim çalışmaları, konferanslar, sempozyumlar gerçekleştirdi. Bu tür çalışmalar arasında yer alan İstanbul Protokolü eğitimlerine özel bir vurgu yapmak gerekir: Uluslararası İşkence Kurbanlarını Tedavi Konseyi (ICRT) ile birlikte, aralarında Meksika, Mısır, Gürcistan, Sırbistan, Sri Lanka ve Filipinlerin bulunduğu 10 ülkedeki hekim ve insan hakları savunucusuna işkencenin önlenmesi ve bilgi düzeyinin yükseltilmesi amacıyla “İstanbul Protokolü Eğitimi” verdi. Ülke içinde ise Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttüğü “Adli Tıp Uzmanı Olmayan Hekim, Savcı ve Hâkimlerin İstanbul Protokolü Bilgi Düzeyini Yükseltme Eğitimi” projesi kapsamında tüm Türkiye’de 3.450 pratisyen hekime yönelik olarak Türk Tabipleri Birliği’nin sorumluluğu altında gerçekleştirilen eğitim çalışmasında etkin rol üstlendi.
- TİHV’in Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’ne başvuran 10.000’den fazla işkence gören kişiye ait 6.000’i aşkın fotoğraf ve röntgen filminin dokuz uzman tarafından taranarak derlenmesi sonucunda “İşkence Atlası” hazırladı;
- İnsan hakları ihlallerine karşı duyarlılığı arttırmak ve dayanışma amaçlı sergiler, konserler gibi çeşitli sosyal etkinlikler gerçekleştirdi, belgesel filmler yaptı. Tüm bu çalışmaların ürünü olan toplam 66 adet yayın çıkardı.
Sadece ana başlıklarına değindiğimiz bu çalışmaları TİHV neden yaptı, yapmaya devam ediyor?
Çünkü işkencenin ve diğer insan hakları ihlallerinin asli sorumlusu olan devletler yükümlülüklerini yerine getirmiyorlar.
İnsan haklarını korumayı ve geliştirmeyi amaçlamış tüm uluslararası belgeler, ihlallerin önlemesinde doğrudan devletleri yükümlü kılar. Mutlak yasaklara ve önleme yükümlülüklerine rağmen gerçekleşen ihlallerden doğan zararların telafi ve tazmin edilmesi yükümlüğü de yine devletlere aittir. Örneğin, BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin 14. Maddesinde “Her taraf devlet kendi hukuk sistemi içinde, işkence eylemi mağdurunun zararının karşılanmasını ve olası en yetkin rehabilitasyon/tedavi olanakları dahil, adil ve yeterli bir tazminat alması hakkını temin edecektir. İşkence eylemi sonucu mağdurun ölmesi halinde, mağdurun yükümlü olduğu kimseler tazminat hakkına sahip olacaktır.” denilmektedir.
Maalesef dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de devlet işkence konusunda var olan mutlak yasağı bizzat çiğnemekte, önleme ve giderim yükümlülüklerini de yerine getirmemektedir.
Gerek Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezlerimizin, gerekse Dokümantasyon Merkezimizin bu kitabın giriş bölümünde aktarılan verileri yasağın ne kadar yoğun bir şekilde çiğnendiğini ortaya koymaktadır. Evet, TCK’da yapılan değişiklikler ile yasağa uymayanlara verilen cezaların arttırıldığı söylenebilir. Zaten Hükümet de bu değişikliği dayanak göstererek işkenceye karşı toleransın sıfır olduğunu iddia etmektedir. Diğer yandan aynı Hükümet PVSK’da yapılan, işkence ve kötü muamelenin önünü açan değişikliklere de imza atabilmektedir. Ya da işkence ve kötü muamelenin önlenmesine yönelik çok etkili bir mücadele aracı olan BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin ek Seçmeli Protokolü (OPCAT) 2005 yılında İmzalanmış olmasına karşın hükümetin çoğunluk desteğine sahip olduğu TBMM tarafından hala onaylanmamıştır. 2010 sonbaharından beri TBMM gündemine bekleyen OPCAT, diğer yandan oluşturulması düşünülen “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” nun bir alt organı haline getirilerek işlevsiz kılınmaktadır.
Elinizdeki çalışma devletin önleme yükümlülüklerini de etkili biçimde yerine getiremediğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Gerek mevzuattaki yetersizlikler gerekse bu mevzuata ve bilhassa uygulayıcılarına egemen olan zihniyet yapısı cezasızlığın sürmesine, dolayısıyla da işkencenin meşrulaşmasına ve yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
İnsan haklarına saygının temel olduğu demokratik bir toplumda var olduğunu kabul ettiğimiz sağduyu, doğal olarak hadi yasağa uyulmadı, önleme yükümlülükleri yerine getirilmedi, bari yapılan ihlallerin telafi ve tazminine yönelik çabaların olmasını bekler.
Maalesef ülkemizde böylesi bir beklentinin de bir karşılık bulması mümkün değildir. Devlet, altına imza attığı yukarıda aktardığımız sözleşmenin çok açık hükmüne karşın gerekli önlemleri almadığı için işkence gören kişiler yaşadıkları sağlık sorunlarını giderme olanağı bulamazlar. İşkence mağdurlarının büyük bir bölümü zaten sistemden kaynaklanan sorunlardan dolayı sağlık kurumlarına dahi ulaşamazlar. Ulaşabilenler için ise sıklıkla etiketlenme (stigmatizasyon), olumsuz yaklaşımların hedefi olma, yeniden devlet güçleri ile karşılaşma kaygıları vb. nedenlerle yaşadıkları işkence ve kötü muameleleri dile getirmekten kaçınırlar. Dile getirme cesareti bulanlar ise sağlık kurumlarında çalışan hekimlerin, işkence görene yaklaşımı, işkenceye bağlı oluşan sorunların tedavi ve rehabilitasyonu alanında bilgi ve deneyimlerinin oldukça sınırlı olması vb nedenlerle sorunlarına yeterince çözüm bulamazlar.
İşte bu ağır gerçekliğin ortaya çıkardığı insani ve vicdani sorumluluk gereği 20 yıldır sahip olduğumuz çok sınırlı olanaklar ile işkence görenlere fiziksel ve ruhsal tedavi ve rehabilitasyon hizmeti vermeyi sürdürüyoruz. Bu, elbette bizim için çok önemli deneyim ve birikimler edindiğimiz, öğretici bir süreç olmuştur.
Öğrendiklerimizden biri de incinen adalet duyguları onarılamadığı taktirde işkence görenlere verilen tedavi ve rehabilitasyon hizmetinden maksimum yarar sağlanamadığı, kişilerin biyo-psiko-sosyal bütünlüklerinin sağlandığı/korunduğu tam bir iyilik haline ulaşılamadığı gerçeği oldu. Aksine çalışmalarımız sırasında gördük ki TİHV’e başvuran işkence gören kişiler bir yandan tedavi ve rehabilitasyon desteği alırken diğer yandan bir biçimde (kendi olanaklarıyla ve/veya hukuk desteği alarak) adalet arayışına girdiklerinde kendilerini daha güvende hissetmekte, özgüvenleri artmakta, iyilik haline ulaşma süreçlerinde var olan özkaynaklarını daha güçlü bir şekilde harekete geçirebilmektedirler.
Sonuçta bu gözlem ve bilgiler bizi aynı zamanda işkence görenlerin verili hukuki sistemin ‘hoyratlığı’ içinde yeniden travmatize olabilmeleri güçlü olasılığı nedeniyle de tedavi ve rehabilitasyon ile hukuk desteğinin eş zamanlı ve koordineli biçimde yürütülmesi gerektiği sonucuna götürdü.
Finlandiya’dan KIOS Fin İnsan Hakları STK Vakfı’nın değerli destek ve katkıları ise iki proje döneminde hukuk destek çalışmalarını verimli bir şekilde yürüttük. Bu faaliyetler, profesyonel olarak TİHV bünyesinde çalışan hukukçular ile Vakıf gönüllüsü olan avukat ve hekimler tarafından gerçekleştirildi.
Bu kapsamda; işkence mağdurlarına ya da avukatlarına gönüllü hukuksal yardım verildi. İşkence soruşturma ve davaları izlendi ve raporlamalar yapıldı. Avukat ve hekimlere yönelik eğitim çalışmaları düzenlenerek, işkenceye karşı kullanılabilecek hukuksal araç ve mekanizmalar ile uygulamada karşılaşılan sorunların çözümü konusunda deneyim ve bilgi paylaşımı sağlandı. İşkenceyi önleme amacıyla mevzuatta yapılan reform ve değişiklikler ile uygulamadan kaynaklanan sorunlar gözden geçirilerek uluslararası standartlar ışığında analiz edildi, öneri ve tavsiyeler geliştirildi. Alana ilişkin çeşitli yayınlar çıkarıldı.
Elinizdeki bu kitap da son iki proje döneminin bir ürünü olarak yıllık mevzuat ve uygulamalar ışığında cezasızlık olgusunu değerlendiriyor.
Bu çalışmalara emeği geçen başta Av. Hülya Üçpınar ve Av. Aysun Koç olmak üzere Türkiye’nin farklı illerinden gönüllü avukatlara, hekimlere, diğer sağlık çalışanlarına ve KİOS’a sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.
Şebnem Korur Fincancı
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
***
Mevzuat ve Uygulamalar Işığında Cezasızlık Olgusu kitabını indirmek için tıklayınız.