MENÜ
ANA SAYFA
x

1997 – Yıllık İnsan Hakları Raporu

Raporu görüntülemek için lütfen tıklayın…

ÖNSÖZ

Ülkemizin yazgısının tüm yurttaş kesimlerince ve hep birlikte belirlenmesi doğrultusunda geliştirilmesi gerektiğini düşündüğümüz temsili demokrasi, ülkemiz insanlarının haberdar olmadığı “ulusal çıkarlar” adına, Milli Güvenlik Kurulunun takdirine bırakıldı. Bugün ülkemizin yazgısı, MGK tarafından belirlenmektedir. Bu açıdan 1997 yılı, 12 Eylül askeri cuntası tarafından oluşturulan düzenin giderek daha çok pekiştiği bir yıl oldu.
12 Eylül’den beri kesintisiz müdahale dönemine giren ülkemiz, 28 Şubat müdahalesiyle MGK’nin, tüm hükümet meselelerinde son söze sahip olduğunu daha açık bir şekilde gördü. “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”, mevcut anayasal yapıyı bile ihlal eden bir tarzda hazırlandı ve yürürlüğe girdi.
Böyle bir ortamda, gündemde baş sırayı “şeriatçı-laik” kutuplaşması işgal ederken, sosyal adaletsizlik daha da pekişti. Temel insan hakları arasında bulunan eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamusal alan, piyasanın vahşi etkisine terk edildi. Yalnızca yaşam hakkı ihlalleri konusunda değil, piyasanın işleyişi konusunda da ipuçları veren ve Susurluk kazasıyla gün ışığına çıkmaya başlayan “çete” ilişkileri ise, örtbas edilmeye çalışıldı.
Hükümetin başarısızlıkları, dış “güçlere” ve ülke içi muhalefete fatura edildi. Ülkemizde her gün yaşanan işkenceye tepki göstermeyen, işkencecilere gereken cezayı vermeyenler, ülkemizin “işkence yapılan bir ülke” olduğunu, hepimizin bildiği bir şeyi söyleyenlere tepki gösterdiler. Demokratikleşme ve insan hakları, ülkemiz insanlarının bir talebi olduğu halde, yalnızca ABD ve Avrupa sözünü ettiği için gündemde kaldı; bir dış politika sorunu olarak görüldü. Dış politikada ise hem hükümetler hem de muhatapları, insan haklarını başka çıkarlara araç olarak kullandılar. Bu arada hükümetler, ülkemiz insanlarının demokratikleşme ve insan hakları taleplerine kulak tıkamakla kalmadılar; bu talepleri getirenleri şiddetle cezalandırdılar.
Tüm bunların yanı sıra, 1997 yılında, hükümetlerin bir “demokratikleşme ve insan hakları stratejisi” geliştirdikleri, bir takım “paketler”den söz ettikleri görüldü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığının açıkladığı insan hakları raporu ve Başbakan Mesut Yılmaz’ın 4 Aralık’taki işkenceyi önleme genelgesi ( Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin ziyaretinden bir gün önce yayımlanan genelge), bu stratejinin örnekleriydi.
Hiç değilse 1990 yılından beri, iki konuyu netlikle görüyoruz: Birincisi, tüm hükümetler demokratikleşme ve insan hakları vaatleriyle iktidara geliyorlar ve Türkiye toplumunun yaşadığı ihlallerde azalma değil, artış görülüyor. İkincisi, tüm hükümetler, sözgelimi düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda, Kürt sorunu konusunda, işkenceyi önleme konusunda, somut adımlar atmak için, ABD ve Batı Avrupa’yla ilişkilerde bir dönüm noktasını seçiyor. Ama bu durumda da, bizim yaşadıklarımız değişmiyor.
Açıkça görülmüştür ki, siyasal iktidarların ve bürokrasisinin gözünde demokratikleşme ve insan hakları, “ulusal dış hedeflere” bağlı problemlerdir. İnsan haklarına dayalı olmayan bu bakış açısı, ülkemiz insanlarının yaşadığı koşulları değiştirmiyor. (…)

1 Aralık 1997

Yavuz Önen – TİHV Başkanı
Raporu görüntülemek için lütfen tıklayın…