ÖNSÖZ
Tüm dünyada ve Türkiye’de önceki yıllarda olduğu gibi 2011 de yoğun hak ihlallerinin meydana geldiği, devlet eliyle doğrudan veya dolaylı olarak ölümlerin olduğu, işkencenin varlığını sürdürdüğü, düşüncelerini ifade edenlerin cezaevine gönderildiği, toplumsal muhalefete izin verilmediği bir yıl oldu.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi de (DM) 1991 yılından beri Türkiye için hazırladığı yıllık raporlarla meydana gelen ihlallerin genel bir resmini ortaya koymaya çalışmaktadır. Elbette yaptığımız çalışma bir başına yeterli olmayacaktır. Zira ele aldığımız temel haklar; yaşam hakkı, kişi güvenliği (işkence yasağı ve cezaevleri); ifade özgürlüğü; toplantı ve gösteri özgürlüğü; örgütlenme özgürlüğü ile artık toplumsal bir travma olan Kürt meselesi ile sınırlıdır. Dolayısıyla eğitim hakkı, sağlık hakkı, sendika hakkı veya kadın cinayetleri ile kadına yönelik şiddet gibi son derece önemli konulara dair veri tutamamaktayız.
Türkiye’nin insan hakları durumuna baktığımızda maalesef yılın son günlerinde Şırnak’ın Uludere İlçesi’nin Roboski köyü yakınlarında 35 köylünün yaklaşık bir saat boyunca bombalanarak öldürülmesi, yaşam hakkının Türkiye’de hala nasıl bu kadar kolay ihlal edilebildiğini gösterdi. Olay yerel basında duyulmasına rağmen ulusal medya saatlerce haber yapmadı. Genelkurmay Başkanlığı olayın üzerinden yaklaşık 12 saat geçtikten sonra bir açıklama yaparken, AKP Hükümeti de Genelkurmay Başkanlığı gibi saatler sonra yaptığı açıklamasını da hükümet adına değil AKP adına yaptı. Yapılan ilk açıklamalarda çoğu çocuk 35 köylünün öldürülmesi nedeniyle özür dilemek yerine “terörle mücadelenin kararlılıkla devam edeceği” vurgusu vardı. Sonraki açıklamalarda ise olayın kasıt olmaksızın yapıldığı ileri sürüldü. Daha önce de hatırlanacağı üzere Ceylan Önkol kasıt olmaksızın top mermisiyle parçalanarak öldürülmüştü.
İşkence yasağına ve cezaevlerine baktığımızda ise yıllardır ifade ettiğimiz gibi, “işkence 2011 yılında da sokağa taştı.” kolluk kuvvetleri işkenceyi artık topluma bir mesaj vermek amacıyla kullanır oldu, bunun örneklerini de seçim sürecinde, bölgede meydana gelen toplumsal olaylara müdahalelerde sıklıkla gördük. İnsanlar gaz bombalarının gazından veya kapsülünden ötürü yaşamını yitirirken, ajanslar Emniyet Genel Müdürlüğü’nün stoklarında biber gazı kalmaması nedeniyle Mayıs ayında Başbakanlık örtülü ödeneğini kullanarak biber gazı aldığının bilgisini geçti.
İşkencenin önlenmesi anlamında en önemli gelişme ise TBMM tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler (BM) işkenceyi Önleme Sözleşmesi’nin Seçmeli Protokolü’nün (OPCAT) 27 Eylül 2011’de Dışişleri Bakanı tarafından BM’ye tevdi edilmesi oldu. Böylelikle Türkiye tevdi tarihinden itibaren bir yıl içinde OPCAT’in öngördüğü işkencenin gerçekleşmeden önlenmesine yönelik Ulusal Önleme Mekanizması’nı kurma yükümlülüğü altına girdi.
2011 yılında cezaevinde bulunmanın kendisi doğrudan işkence görmek anlamına geldi. Zira cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamına ulaştı. Mahkûmların nöbetleşe uyudukları pek çok rapora yansıyan bilgi oldu. Bunun yanı sıra cezaevi koşulları nedeniyle sağlık önemli bir sorun oldu. Sosyal faaliyetlerin toplu kullanımın engellenmesi, keyfi disiplin cezaları ve sürgünler 2011 yılında da içeriden dışarıya yansıyan sorunların başında geldi.
İfade özgürlüğü ise TİHV olarak önceden de belirttiğimiz gibi Türkiye’de ciddi tehdit altındadır. Bu tespitimiz uluslararası kurumların Türkiye’ye dair raporlarıyla da örtüşmüş durumdadır. Türk Ceza Kanunu’nda ve başta Terörle Mücadele Yasası olmak üzere pek çok yasada ifade özgürlüğünün önünde büyük engeller oluşturan hükümler bulunmaktadır. Bu noktada cezaevlerinde şu anda 134 basın yayın çalışanının bulunduğunu da belirtmek gerekir.
İfade özgürlüğünün aslında yansıması olan toplantı ve gösteri özgürlüğü de 2011 yılında Türkiye’de kullanılamayan özgürlüklerden olmuştur. İşçi eylemlerine, öğrenci protestolarına, bölgedeki gösterilere kolluk kuvvetlerinin biber gazı, basınçlı suyla sıklıkla müdahale ettiğini tespit edebildik. Bu müdahaleler nedeniyle yüzlerce insan gözaltına alınıp tutuklandı; onlarca insan yaralandı ve ölümler meydana geldi.
Örgütlenme özgürlüğü ise 2011 yılının öne çıkan hak ihlali kategorisini oluşturdu. KCK Soruşturması adı altında pek çok alandan binlerce insanın tutuklanmasına neden olan operasyonlar süreci 2011 yılında da devam etti. Bu dönemde üniversite öğrencilerinin tutukluluğu da çok tartışıldı. Elbette bu durum önemli bir sorun olmakla birlikte tartışmayı bu yönde ilerletmenin belirli meslek gruplarının tutuklu olmasını meşrulaştırıyormuş gibi bir izlenim verebileceği yanı sıra tutuklamanın bir cezalandırma sistemi olarak kendinden hukuk sistemimize yerleşebileceği riskinin bulunduğu kanaatindeyiz.
Yılın üzüntü veren gelişmelerinden biri de Van’da meydana gelen deprem oldu. 23 Ekim 2011 günü merkez üssü Van’ın Erciş İlçesi olan 7,3 büyüklüğündeki son 12 yılın en büyük depreminde 604 kişi yaşamını yitirdi. Bölgeye yeterli sayıda çadır gönderilmemesinden ötürü ve ilgili bakanlıklar ile Van Valiliği depremzedelere evlerine dönebileceklerine yönelik çağrılar yaptılar.
Çağrıların ardından 9 Kasım 2011’de ise Van’da 5,6 büyüklüğünde yeni bir deprem meydana geldi ve bir önceki depremde hasar gören pek çok bina ve otel yıkıldı. Enkazın altında onlarca insan kalırken Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) yaptığı açıklamada 40 kişinin yaşamını yitirdiğini; 30 kişinin de yaralı halde enkazdan çıkarıldığını duyurdu.
- Kamuoyunda “ombudsmanlık” olarak bilinen “Kamu Denetçiliği Kurumu” kanun tasarısı, Meclis Anayasa Komisyonu’nda 27 Ocak 2011’de kabul edildi. Komisyonda, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sırf askeri nitelikteki faaliyetleri” kurumun görev alanı dışına çıkarılması önerisi kabul edildi.
- Diyarbakır Cezaevi’nde 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde yaşananların savcılık tarafından soruşturulduğu sırada 78’liler Birliği o dönem görevli 22 kişiyi belirlediklerini 22 Nisan 2011’de açıkladı.
- Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hemen her olayda biber gazı kullanması 2011 yılında da tartışıldı. 15 Mayıs 2011’de biber gazı stokunun bittiği ve Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden aktarılan 2.3 milyon lira ile alınan 170 bin gaz bombasının Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 81 ildeki Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü birimlerine dağıtıldığı öğrenildi.
Son olarak ifade etmek gerekirse;
“Gerek dünya ölçeğinde, gerekse Türkiye’de insan hakları alanında yaşanan olumsuzlukların 2011 yılında daha da belirginleşmesi ile genel seçim sürecindeki gerilimli atmosfer, seçim sonrası daha da yoğunlaşan siyasi operasyonlar ve silahlı çatışma ortamı başvuru sayımızın da öngörülenden %60 daha fazla gerçekleşmesine neden oldu. Bu rakamları Vakıf olarak ölüm orucu deneyimi dışında, ancak 1990’lı yıllarda görmüştük.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın yalnız bu topraklarda değil, bütün dünyada insan hakları ihlallerinin görünür kılınmasında verdiği mücadeleyle daha fazla bilinir olmasının, gezici ekiplerle temsilciliklerimize ulaşamayanlara ulaşma çabalarının da kuşkusuz bu sayıların artmasında payı var. Devletlerin “sözde” güvenlik algısındaki saldırganlığın ve onlarca yılın kazanımı insancıl hukuk belgelerini yok sayan tutumlarının da payını unutmadan.
Yaşam hakkı ihlallerinden, işkence yasağının ihlal edilmesinden, ifade özgürlüğünün engellenmesinden, örgütlenmenin ve gösteri yapmanın yasak olduğundan bahsetmediğimiz raporları çıkarmak umuduyla.”
Dr. Şebnem Korur Fincancı
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı