ÖNSÖZ
Dünyada ve Türkiye’de 2014 yılı da insan haklarının devletler ve hükümetler aracılığıyla ihlal edildiği fakat tüm olumsuzluklara rağmen insan hakları mücadelesinin yükselerek sürdürüldüğü bir yıl oldu.
Bu çerçevede Türkiye’nin genel durumuna baktığımızda siyasal iktidarın tüm dikkatini Fethullah Gülen Cemaati’nin devlet içindeki önemini bertaraf etmeye verdiğini ve buna bağlı mevzuatta değişikliklere gittiğini görmekteyiz.
Yolsuzluk ve rüşvet iddialarına yönelik 17 ve 25 Aralık 2013’te devlet yetkilerini, hükümet üyelerinin 1. dereceden yakınlarını, iş insanlarını, belediyelerin veya bankaların üst düzey yetkililerini kapsayan bir operasyon yapılmış ve aralarında bakan çocuklarının da bulunduğu bazı kişiler tutuklanmıştı.
Gelişmeleri takiben operasyonu yürüten savcılar ve emniyet yetkilileri soruşturma dosyasından alındı. Ayrıca Fethullah Gülen Cemaati’ne yönelik olmak üzere neredeyse binlerce polisin yeri değiştirildi ve polisin polise operasyonları başlatıldı.
Bu süreçte kendisi ile oğlu Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının da kamuoyuna yansıdığı Recep Tayyip Erdoğan “AKP’ye darbe girişimi” olarak nitelediği yolsuzluk ve rüşvet iddiaları nezdinde Cemaat’e karşı hem Başbakanlığı döneminde hem de Cumhurbaşkanı seçildikten sonraki dönemde en çok ses çıkaran isim oldu.
AKP cemaat gerilimini tırmandıran yolsuzluk ve rüşvet operasyonu iktidar partisinde bir dizi istifaya neden oldu. İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, 17 Aralık sürecinden bir gün önce partiden ayrılan ilk isim olurken, istifa eden diğer isimler arasında Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, İzmir Milletvekili Erdal Kalkan, eski İçişleri Bakanı ve Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin, eski Kültür ve Turizm Bakanı ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, Kütahya Milletvekili İdris Bal, Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım, İstanbul Milletvekili Muhammed Çetin ve İzmir Milletvekili İlhan İşbilen yer aldı.
Uzun yıllardır devlet yönetimini “işbirliği” içinde yürüten AKP ile cemaat arasındaki kavgayı büyüten bir diğer gelişme de Türkmenlere gittiği iddia edilen MİT tırlarının Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’nde mühimmat olduğu iddiasıyla savcılık talimatıyla polis tarafından durdurularak aranması oldu.
Polis ve yargıdaki cemaat etkisini ortadan kaldırmak için AKP iktidarının atacağı adımların ilk habercisi HSYK değişikliği oldu. Fakat 26 Şubat 2014’te onaylanan yasa değişikliği Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilince yılsonunda yeni bir düzenleme yapıldı.
Yeni düzenlemede ise, Demokratikleşme Paketi’nde yer alan ve 17-25 Aralık operasyonlarının benzerinin bir daha yaşanmaması için getirildiği iddia edilen Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki kişilerin gözaltına alınması için “somut ve kuvvetli delil” şartı da HSYK’nin işleyişini, yapısını ve üyelerini yürütmenin denetimine soktuğu iddia edilen yasa değişikliği ile birlikte eski haline yani “makul şüphe”ye çevrildi.
Bu değişiklik teklifi AKP tarafından 14 Ekim 2014’te TBMM’ye sunuldu. 35 maddelik teklifle şüphelilerin ev ve işyerlerine arama yapabilmek için ‘somut delile dayalı kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüphe’ yeterli sayılması öngörüldü.
21 Şubat 2014’te bu teklifle birlikte avukatların dosyaya erişimlerin sınırlandırılmasının kaldırılması da bulunuyordu. Yine bu değişiklikte de eski haline dönülmesi için aradan sadece 8 ay geçmesi yetti.
2014 yılında Türkiye önce 30 Mart’ta yerel seçimleri sonra da 10 Ağustos’ta ilk kez halkın seçtiği cumhurbaşkanı seçimini yaşadı. Her iki seçim döneminde de yaşam hakkı ihlalinin yanı sıra örgütlenme, ifade ve toplantı özgürlüklerinin de çeşitli engellemelerle karşılaştığını kayıt altına aldık.
2011 seçimlerinde bağımsız olarak milletvekili seçilen fakat haklarında KCK soruşturmalarından açılan davalar kapsamında tutuklu yargılanan BDP Şırnak milletvekilleri Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, BDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, BDP Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan ve Van Bağımsız Miletvekili Kemal Aktaş’ın avukatlarının başvuruları sonucu Anayasa Mahkemesi 5 milletvekilinin “uzun tutukluluk süresi”nden haklarının ihlal edildiğine karar verdi. Karar üzerine 5 milletvekilinin tahliye edilmesi seçme ve seçilme hakkı bağlamında örgütlenme özgürlüğünün olumlu gelişmesi oldu.
19 Haziran 2014’te ise MHP milletvekili Engin Alan’ın da tahliye edilmesiyle birlikte cezaevlerinde tutuklu bulunan milletvekili kalmadı.
Sadece devlet otoritesini kullanan başta polis olmak üzere kolluk görevlilerinin yaşam hakkını ihlali bu senenin öne çıkan gündem maddesi olmadı. Soma’da katliam tanımının rahatlıkla yapılabileceği maden kazası yanı sıra ülkenin hemen her yerinden gelen işçi ölümü haberleri 2014’ün en önemli ihlal haberlerindendi.
AKP iktidarı her ne kadar “işkenceye sıfır tolerans” çağrısını sürekli olarak dile getirse de kolluğun işkence ve kötü muamele uygulamaları 2014 yılında da sonlanmadı. Aksine işkencenin sokağa taşmış hali olan toplumsal gösterilere kolluğun her türlü müdahalesi daha da görünür ve daha da zarar verici hale geldi. Göz yaşartıcı kimyasal ajanların kullanımından kaynaklı ölümler ve yaralanmalar insan hakları örgütlerini defalarca “biber gazının kullanımının yasaklanması” için çağrıda bulunmalarına neden oldu.
İşkence uygulamalarının gerçekleşmeden önlenmesi amacıyla başta Türkiye İnsan Hakları Vakfı olmak üzere pek çok kurum yıllarca Türkiye’nin İşkenceye Karşı Sözleşmenin Ek İhtiyari Protokolü’ne (OPCAT) taraf olmasını ve buna bağlı olarak Ulusal Önleme Mekanizması’nı oluşturmasını talep etti.
OPCAT’i onaylayan Hükümet uzun bir süre, kişilerin kapatıldığı ve özgürlüklerinden alıkonduğu tüm yerlerin bağımsız, uzman kişilerden oluşan ve Paris İlkelerine uygun olması öngörülen Ulusal Önleme Mekanizması işlevinin 28 Ocak 2014’te yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle her anlamda bağımlı bir devlet kuruluşu olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na verildiğini duyurdu.
İşkenceyi önlemede kararlı adımlar atmayan Türkiye AİHM’de bir kez daha bu sefer 3 Haziran 2014’te mahkûm oldu.
Yüksel Yiğitdoğan 25 Temmuz 1999’da İzmir’de, Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Gözaltında işkence gördüğünü belirten başvurucunun talebini değerlendiren AİHM, Türkiye’yi işkenceyi etkin soruşturmayarak AİHS’nin 6. maddesini ihlal etmekten suçlu bularak 18 bin Euro tazminata hükmetti.
İnsan hakları alanında güven vermeyen adımlar atan iktidarın olasıdır ki en önemli hareketi Kürt meselesinin çözümü noktasında İmralı’da tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ve Kandil Dağı’ndaki PKK yöneticileriyle BDP (daha sonra HDP) yöneticileri aracılığıyla görüşmelere başlaması oldu.
Tarafların hiçbir zaman reddetmediği fakat somut bir çıktının da oluşmadığı bu görüşmeler yıl boyunca kimi dönem uzun aralar verilse de devam etti. Elbette devletin zımni destek verdiği iddia edilen IŞİD adlı İslamcı örgütün Suriye’nin Kürtlerin kontrolünde olan Rojava Bölgesi’nde Kobanê’ye başlattığı saldırılar sürecin devamı hususunda bir kırılma yarattı. Saldırılara karşı 6 Ekim 2015’te Türkiye’deki pek çok kentte başlayan gösterilere kimi İslamcı partilerin veya grupların tepki göstermesi veya kolluğun müdahalesi nedeniyle Kobanê eylemleri pek çok insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. 51 insan Kobanê eylemleri döneminde çeşitli biçimlerde yaşamlarını yitirdi.
Aynı dönemde yeni Cumhurbaşkanı ziyaret amaçlı geldiği Trabzon’da 10 Eylül 2014’te kitleye yaptığı konuşmayla yeni yargısız infazların önün açacak olan ve kamuoyunun “iç güvenlik paketi” olarak aylarca tartışacağı yeni düzenlemenin işaret fişeğini attı. Kobanê eylemlerine tepki gösteren ve Gezi Parkı eylemlerini anımsattığını iddia eden Cumhurbaşkanı kalabalığa şu ifadeleri kullandı: “Bütün bunlara karşı polisimiz ne yapacak? Hala kalkan mı tutacak? Gereği neyse askerimiz de polisimiz de onu yapacaktır. 14’ünden sonra (Ekim 14) gerekli bütün tedbirler alınacaktır. Azami ölçüde yasalarda gerekli değişiklikler yapılacaktır.”
Cumhurbaşkanının belirttiği tarihte ise Hükümet sözcüsü olarak Bülent Arınç şunları söyledi: “Polise verilen yetkilerin yeterli olmadığını düşünüyoruz. Kapsamlı bir iç güvenlik reformu ihtiyacı ortaya çıktı. Almanya’daki yetkileri esas alarak çalışmalara devam edilmesi kararı verilmiş oldu.”
Bir anda gündeme düşen “iç güvenlik paketine” yönelik ayrıntılar Ekim ayı içinde yavaş yavaş belirdi. Buna göre hükümet polisin şüphe üzerine gözaltı yapmasının, eylemlerde yüz kapatmanın tutuklamaya yeterli olmasının, molotofkokteyli kullanana uyarı yapmaksızın ateş edilmesinin önünü açıyordu.
18 Mart 2014’te AİHM aldığı bir kararla Abdullah Öcalan’a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını, sözleşmenin “insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele” maddesine aykırı bularak Türkiye’nin 25 bin Euro tazminat ödemesine hükmetti.
Avukatlarının, AİHS’nin “insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele” başlıklı 3. maddesinden yapılan şikâyeti inceleyen AİHM, Abdullah Öcalan’ın 17 Kasım 2009 yılına kadarki tutukluluk koşullarında hak ihlali olduğuna hükmetti.
10 Temmuz 2014’te TBMM tarafından kabul edilen “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”la sürece dahil olanların yasal güvence almalarının önü açılmış oldu. Yasaya göre tüm yetki Bakanlar Kurulu’nda.
2007 yılında İstanbul’da bir gecekonduda bulunan mühimmat ile başlatılan soruşturma sonunda çoğu emekli asker veya bürokrattan oluşan yanı sıra gazetecilerin, siyasi parti liderlerinin veya hukukçuların da bulunduğu 274 sanıklı davada da yine AKP-cemaat gerilimiyle ilintili olarak gelişmeler yaşandı.
Çünkü Hükümetin demokratikleşme önünde engel olarak nitelediği özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasını da öngören 6526 sayılı “Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u 6 Mart 2014’te onaylayarak yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderdi.
Kanunla, TMK’nın 10. maddesi uyarınca kurulan ve kamuoyunda “özel yetkili mahkemeler” olarak bilinen ağır ceza mahkemeleri tümüyle kaldırıldı.
Daha önce yasal düzenlemeyle kaldırılan ancak ellerindeki dosyalar sonuçlanıncaya kadar görevlerine devam etmesi hükme bağlanan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250’inci maddesiyle görevli özel yetkili mahkemeler de tümüyle kaldırıldı.
Bu mahkemelerde görevli hâkim ve savcılar, HSYK tarafından devirlerinin tamamlanmasından itibaren 10 gün içinde HSYK tarafından uygun göreve atanacak. Görevli özel yetkili cumhuriyet savcılarınca yürütülen soruşturma dosyaları, yetkili cumhuriyet başsavcılıklarına devredilecek. Yargılaması devam eden dosyalar, bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilecek. Bu mahkemelerce verilip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda veya Yargıtay’ın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam edilecek.
Bu mahkemelerce verilip henüz gerekçesi yazılmamış olan hükümlerin gerekçeleri, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 gün içinde yazılacak. Kaldırılan mahkemelerde bulunan ve kesinleşen dosyalara ait arşiv ve dokümanlar HSYK tarafından belirlenecek mahkeme veya mahkemelere devredilecek ve müteakip işlem ve talepler bu mahkemelerce yerine getirilecek veya karara bağlanacak.
TMK’nın 10. maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle, yasa kapsamına giren suçlara ilişkin davalar, ağır ceza mahkemelerinde görülecek. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ve askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklı kalacak.
Gözaltına almada, kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığı yerine, kişinin bir suçu işlediğini gösteren somut delil varlığı aranacak.
Hâkim veya mahkeme tarafından verilen yakalama emri üzerine soruşturma veya kovuşturma evresinde yakalanan kişi, en geç 24 saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılacak. Yakalanan kişi, bu sürede yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değilse en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılmasıyla, yetkili hâkim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılacak veya ifadesi alınacak.
Tutuklama nedenleri içinde “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” yerine, “somut deliller” aranacak.
Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe yerine somut delillere dayalı şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerler aranabilecek.
Taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma koruma tedbirinin uygulanabilmesi bakımından suçun işlendiğine ve belirtilen değerlerin bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphenin varlığı aranacak.
El koymaya ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilecek. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oy birliği aranacak.
Bu gelişmeyle birlikte özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren davalara bakmakla görevlendirilen yeni ağır ceza mahkemeleri birbiriniz izleyen günlerde tutuklu tüm Ergenekon davaları tutuklularını “uzun tutukluluk süresinin aşılması” gerekçe gösterilerek serbest bıraktı.
Benzer gelişme KCK davalarında da yaşandı ve sanık sayısı yüzlerle ifade edilen Diyarbakır ve İstanbul ana davalarında ve diğer KCK davalarında seri tahliye kararları verildi. Buna rağmen halen tutuklulukları devam eden KCK sanıkları bulunmaktadır. KCK davalarında çıkan tahliye kararları olumlu bir gelişme olarak görülse de rapora bakıldığında da görüleceği üzere özellikle yılın sonlarına doğru başlatılan tutuklama operasyonlarında yüzlerce kişinin Kürt siyasal hareketi kapsamında tutuklandığı görülmüştür.
AKP-Cemaat geriliminin bir diğer sonucu olarak da bakanların veya bürokratların ses kayıtlarının ortaya çıkması nedeniyle internette yapılmak istenen düzenleme oldu. 2014 yılının Ocak ayında gönderilen torba yasa teklifi internet alanında pek çok değişiklik öngörüyordu. Teklif toplumsal çevreler tarafından “sansür” olarak algılandı. Buna neden olan düzenleme teklifte şu şekilde yer alıyordu:
‘Özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin engellenmesi’
MADDE 9/A
1)İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler, başkanlığa doğrudan başvurarak içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını isteyebilir.
2)Yapılan bu istekte; hakkın ihlaline neden olan yayının tam adresi (URL), hangi açılardan hakkın ihlal edildiğine ilişkin açıklama ve kimlik bilgilerini ispatlayacak bilgilere yer verilir. Bu bilgilerde eksiklik olması halinde talep işleme konulmaz.
3)Başkanlık, kendisine gelen bu talebi uygulanmak üzere derhal birliğe bildirir, erişim sağlayıcılar bu tedbir talebini derhal, en geç dört saat içinde yerine getirir.
4)Erişimin engellenmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal eden yayın, kısım, bölüm, resim, video ile ilgili olarak (URL şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla uygulanır.
5)Erişimin engellenmesini talep eden kişiler, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğinden bahisle erişimin engellenmesi talebini talepte bulunduğu saatten itibaren 24 saat içinde sulh ceza hâkiminin kararına sunar. Hâkim, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirerek vereceği kararını en geç kırk sekiz saat içinde açıklar ve doğrudan başkanlığa gönderir; aksi halde, erişimin engellenmesi tedbiri kendiliğinden kalkar.
6)Hâkim tarafından verilen bu karara karşı başkanlık tarafından 5271 sayılı kanun (Ceza Muhakemeleri Kanunu) hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.
7)Erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış olması durumunda hâkim kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.
8)Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde doğrudan başkanın emri üzerine erişim engellenmesi başkanlık tarafından yapılır. Bu karara karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir.”
18 Şubat 2014’te yasayı onaylayan Abdullah Gül, sıkıntılı bulduğu 2 maddeyi yeniden düzenlenmesi için geri gönderdi. Bu maddeler: “sansür” ve “fişleme” endişesine yol açan maddeler idi.
Türkiye siyasi gündemi bu gelişmelerle uğraşırken yine cezaevlerinde tedavileri yapıl(a)mayan hasta tutsaklar vardı, yine zorunlu askerliğin kaldırılmamasıyla ve vicdani reddin tanınmamasıyla doğrudan ilgili olarak kışlalarda şüpheli asker ölümleri vardı.
Hasta tutsaklar için olumlu düzenleme adı altında yeni bir değişiklik 2014 yılında yapıldı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bu “olumlu” düzenlemeyi açıklarken, TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu’nun 79.maddesi ve 5275 sayılı Kanunun 16.maddesine eklenen fıkra ile toplum güvenliği bakımından tehlikelilik unsuruna ağır ve somut tehlike kriteri eklenmek suretiyle ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturmayan mahkûmların cezalarının infazının geri bırakılmasının düzenlendiğini söyledi.
Daha önce bulunmayan bu iki kriterin gelmesiyle birlikte pek çok tutsağın tahliye talebi reddedilerek tedavileri engellendi.
Elbette hasta tutsakların tedavileri cezaevlerinin en önemli sorunlarından olmakla birlikte son 12 yılda cezaevleri nüfusunun 3 kata yakın artması kaygı verici bir durum olarak görülmelidir. Sorunun kaynaklarını araştırmak ve çözüm önerileri sunmak yerine AKP hükümeti bu kaygı verici gelişme karşısında çareyi yeni cezaevleri yapmakta bulmuştur. Buna göre Adalet Bakanlığı önümüzdeki 5 yıl içinde 207 yeni cezaevi yaparak cezaevlerinin kapasitesinin genişleteceğini duyurmuştur.
Zorunlu askerlik hizmeti devam ederken ve ilerleyen aylarda (13 Aralık 2014) iktidar 1 Ocak 1988’den önce doğmuş olanlara 18 bin Lira bedel karşılığında askerlik yapmama olanağı tanırken AİHM 3 Haziran 2014’te hem bir vicdani ret dosyasında hem de bir kışlada şüpheli asker ölümü dosyasında Türkiye’yi mahkûm etti.
1 Mart 2005’te kışlada intihar ettiği iddia edilen Ferit Aktepe davasında yaşam hakkını ihlal ettiği belirtilen Türkiye 43 bin 365 Euro tazminata mahkûm edildi.
İstanbul ve İzmir’de yaşayan Yehova Şahitleri Çağlar Buldu, Barış Görmez, Ersin Ölgün ve Nevzat Umdu vicdani retlerini açıklayarak zorunlu askerlik yapmayı reddetti. Bu sebeple askeri üniforma giymediği ve emre itaatsizlik ile suçlanarak hapse konuldular.
AİHM başvurusunda, sorgular sırasında kötü muamele gördüklerini de belirttiler.
AİHM kararında Türkiye suçlu bulundu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü” düzenleyen 9. maddesi ile adil yargılanmanın düzenlendiği 6. madde uyarınca mahkûm oldu.
Ayrıca, hapsedilme ve sorgu koşulları nedeniyle Türkiye’nin AİHS 3. maddesindeki işkence ve kötü muamele yasağını da ihlal ettiğine karar verildi.
Karar uyarınca AİHM, Türkiye’nin toplam 77 bin 500 Euro tazminat ödemesine karar verdi.
Yehova Şahidi Barış Görmez, askeri üniforma giymediği ve emre itaatsizlik ettiği gerekçesiyle aralıklarla dört yıl cezaevinde kaldıktan sonra 16 Şubat 2012’de beraat etmişti.
AKP iktidarının “cemaatle mücadele” kapsamında yaptığı bir düzenleme de Abdullah Gül’ün 26 Nisan 2014’te onayladığı 6532 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun oldu.
Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’nda adları geçen 4 eski bakanla ilgili AKP milletvekilleri hazırladıkları soruşturma önergesini 24 Nisan 2014’te TBMM Başkanlığı’na sundular.
AK Parti Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 76 milletvekilinin imzasını taşıyan önergede, Anayasa’da belirtilen hukuk devletinin, “insan haklarına dayanan, hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet” olduğu kaydedildi.
Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli tarihlerdeki kararlarına işaret edilen önergede, hak arama hürriyetini düzenleyen Anayasa’nın 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” denilerek yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma, adil yargılanma hakkının güvence altına alındığı belirtildi.
Anayasa’nın “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz ” maddesine işaret edilen önergede, yüklenen suç ne olursa olsun tüm sanıkların suçsuzluk karinesinden yararlanması ve kendini savunabilmesi için her türlü olanağın sağlanması gerektiği kaydedildi.
TBMM’nin bilgi edinme ve denetim yolları arasında sayılan, Başbakan veya bakanlar hakkında görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçlarla ilgili Meclis Soruşturması açılmasına dair usul ve esasların Anayasa ve Meclis İçtüzüğü’nde düzenlendiği hatırlatılan önergede, “Görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan Başbakan ve bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılması, TBMM üye tamsayısının en az onda birinin vereceği bir önerge ile istenebilir. Bu önergede; Bakanlar Kurulunun genel siyasetinden veya bakanlıkların görevleriyle ilgili işlerden dolayı hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın cezai sorumluluğu gerektiren fiillerinin görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi, hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur” hükmüne işaret edildi.
Önergede, 17 Aralık 2013 ve 25 Aralık 2013 gününden itibaren medyaya ve kamuoyuna yansıyan; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Kaçakçılık ve Narkotik Suçlar Bürosunun soruşturma dosyası ile hakkında suç örgütü kurmak ve yönetmek, resmi belgede sahtecilik, kaçakçılık, rüşvet alıp vermek ve benzeri suçları işlediği iddia edilen şüpheli Rıza Sarraf ve bu suçlarla bağlantılı olduğu iddia edilen bir kısım şahısların 17 Aralık 2013’te gözaltına alındığı, haklarındaki soruşturmanın halen devam etmekte olduğu kaydedildi. İddia edilen bu eylemlerin işlendiği tarih itibarıyla, Ekonomi Bakanı olarak görev yapan Ak Parti Mersin Milletvekili Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı olarak görev yapan AK Parti Mardin Milletvekili Muammer Güler ve AB Bakanı olarak görev yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Egemen Bağış hakkında, Bakanlık görevini yürüttükleri sırada şüpheli Rıza Sarraf ile bir suç ilişkisine girdiklerine dair iddiaların kamuoyu gündeminde yer aldığı ifade edildi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 25 Aralık 2013’te “Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, örgüte üye olmak, nüfuz ticareti, suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama, resmi belgede sahtecilik” iddialarıyla gözaltına alınan ve aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu bazı şüphelilerle; iddia edilen suçların işlendiği tarih itibarıyla Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak görev yapan AK Parti Trabzon Milletvekili Erdoğan Bayraktar’ın Bakanlık görevini yürüttüğü sırada bu eylemlerin bilgisi dahilinde olduğu iddia edildiği belirtildi.
Önerge’de, şu görüşlere yer verildi:
“Bu kapsamda; Zafer Çağlayan hakkında: Rıza Sarraf’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında kendisinin İran’a altın ihracatı yapması işlerinde imtiyaz sağladığı, Gana’dan kaçak yollarla yurda sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili adli ve idari soruşturmaları engelleyerek altının Dubai’ye çıkışını sağlamaya çalıştığı iddia edilmektedir. Sayılan ve Çağlayan tarafından işlendiği iddia edilen eylemler, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na muhalefet, TCK’nın 204 (Resmi belgede sahtecilik) ve 252. (Rüşvet) maddelerine tekabül ettiğinden, bu iddiaların gerçekliğinin araştırılması ve soruşturulması gereği ortaya çıkmaktadır.
Muammer Güler hakkında: Rıza Sarraf’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında; bu şahsın araçlarına trafikte emniyet şeridini kullanma imtiyazı verdiği ve adı geçen şahıs için koruma polisi görevlendirdiği, bu şahısla birlikte gözaltına alınan bazı şüphelilerin ve yakınlarının yasaya aykırı olarak istisnai yoldan Türk vatandaşlığına geçirilmesini sağladığı, bu şahısla ilgili adli veya istihbari çalışma yapılıp yapılmadığının araştırılması için talimat verdiği, bu şahsın usulsüzlükleri hakkında basında çıkacak haberlerin engellenmesi için girişimde bulunduğu iddia edilmektedir. Sayılan ve Güler tarafından işlendiği iddia edilen eylemler, TCK’nın 204. (Resmi belgede sahtecilik), 255. (Nüfuz ticareti), 252. (Rüşvet) ve 285. (Gizliliğin ihlali) maddelerine tekabül ettiğinden bu iddiaların gerçekliğinin araştırılması ve soruşturulması gereği ortaya çıkmaktadır.
Egemen Bağış hakkında; Rıza Sarraf’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında; bu şahsın turizm belgeli bir otel kiralama girişimi ile yakınlarına vize alınması işleri için aracılık ettiği, bu şahısla ilgili bir soruşturma olup olmadığı yönünde ilgili kurum ve kuruluşlarda araştırılma yapılmasını sağladığı, bu şahsın faaliyetiyle ilgili olarak basında haber yapılmasının önlenmesi için girişimlerde bulunduğu iddia edilmektedir. Sayılan ve Bağış tarafından işlendiği iddia edilen eylemler, TCK’nın 255. (Nüfuz ticareti) ve 252. (Rüşvet) maddelerine tekabül ettiğinden, bu iddiaların gerçekliğinin araştırılması ve soruşturulması gereği ortaya çıkmaktadır.
Erdoğan Bayraktar hakkında: bir suç örgütünün yönetici ve üyelerinin kendilerine sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı menfaatler karşılığında; kişiye özel imtiyazlı imar planlarını onaylattıkları, imar planlarına aykırı olarak yapılan bazı projelerin usulsüzlüklerine göz yumdukları ve denetimlerden sorunsuzca geçmelerini sağladıkları iddia edilmektedir. Bu eylemlerin bir kısmının Bayraktar’ın görevde olduğu sırada ve onun bilgisi doğrultusunda gerçekleştirildiği; ayrıca Bakanlıktan iş alan bazı şirketlerin yemek işlerinin yakınlarının ortağı olduğu şirketlere verilmesi için tavassut ettiği iddia edilmektedir. Sayılan ve Bayraktar tarafından işlendiği iddia edilen eylemler, TCK’nın 255. (Nüfuz ticareti) ve 251. (Görevi kötüye kullanma) maddelerine tekabül ettiğinden, bu iddiaların gerçekliğinin araştırılması ve soruşturulması gereği ortaya çıkmaktadır.”
Eski bakanların, 19 Mart’ta TBMM Başkanlığına verdikleri dilekçeleriyle kendileri hakkındaki iddiaların hesap verme sorumluluğunun bir gereği olarak bir soruşturma komisyonu kurularak araştırılmasını talep ettikleri belirtildi.
Önergede, belirtilen gerekçelerle; Çağlayan, Güler, Bağış ve Bayraktar hakkında, Bakanlık görevini yürüttükleri sırada ve görevleriyle ilgili işlerden dolayı işlendiği iddia edilen ve cezai sorumluluğu gerektiren eylemlerinin soruşturularak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için Anayasa ve İçtüzük uyarınca Meclis Soruşturması açılması talep edildi.
Eski bakanlarla ilgili Yüce Divan’a sevk edilmeleri yönündeki oylama 20 Ocak 2015’te yapıldı ve sevk isteminin reddine karar verildi.
Yaşam hakkının ve işkence yasağının defalarca ihlal edildiği 2014 yılında daha önceki senelerde olduğu gibi bu ihlallerin ayrımcılıkla birlikte yürüdüğünü söyleyebiliriz. Yaşam hakkı ihlal edilen veya işkence gören kişilerin Kürtlerden veya sığınmacılardan veya LGBTİ bireylerden veya solculardan oluştuğu ifade edilebilir. Bunun temel nedenlerinden biri ise kamu otoritesine sahip yetkililerin toplumu ayrıştırıcı nefret diline sahip olmalıdır.
2014 yılında defalarca örneğine rastladığımız bu nefret dilinin en önemli örneklerini Recep Tayyip Erdoğan vermiştir. Polisin attığı gaz bombasıyla yaşamını yitiren Berkin Elvan’ın (14) ölüm haberinin alınmasının hemen ardından bir yerel seçim mitinginde Berkin Elvan’ın annesinin adını anarak toplanan yığının anneyi yuhalamasına olanak sağlayan Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimleri dolayısıyla 6 Ağustos 2014’te çıktığı bir televizyon programında “bırakın Türkiye’de Türk, Türk olduğunu Kürt, Kürt olduğunu söylesin. Bunda ne var? Benim için bir ara neler dediler. Gürcü dediler. Afedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler. Ama ben Türküm” ifadesini kullanmıştır.
10 Ağustos 2014’te cumhurbaşkanlığı için yapılan seçimde Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi.
Boş kalan AKP Genel Başkanlığı’na seçilen Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yeni hükümeti kurarak Başbakan seçildi.
Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki yeni hükümet insan haklarından ekonomiye, yolsuzluk soruşturmalarında dış politikaya pek çok alanda sorunlarla karşılaştı. Dönemin belirleyici unsuru ise IŞİD tehdidi oldu. Çevre ülkelerin ve çeşitli İslamcı silahlı grupların zımni veya doğrudan desteğini gören bu örgüt Irak’taki saldırılarını yıl içinde Suriye’ye de kaydırdı. Pek çok ülkeden binlerce insanın katılım yaptığı örgüt adını önce Musul kentini çatışma dahi yaşamadan teslim alması ve buradaki Türkiye konsolosluğunu basarak 49 kişiyi rehin almasıyla sonrasında ise ele geçirdiği yerlerdeki “kendinden” olmayan insanları en vahşi yöntemlerle öldürmesiyle duyurdu.
Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamadığı ive IŞİD üyelerinin sınırdan rahatlıkla geçtikleri iddiaları yıl boyunca dile getirildi. Yine bu dönemde Suriye’deki iç savaş ortamında yaşadıkları bölgede (Rojava) kendi öz yönetimlerini oluşturarak kanton meclisleri oluşturan Kürtler tüm karar alma süreçlerini halkla yürütmeye başladılar. Fakat IŞİD 2014’ün Eylül ayında Rojava’da oluşturulan 3 kanton yönetiminden Kobanê’yi hedef aldı. Aylarca ağır donanımlı silahlarla Kobanê’ye adeta imha amacıyla saldıran IŞİD burada YPG/YPJ direnişiyle karşılaştı.
Tüm çağrılara rağmen Türkiye’nin sınır güvenliğini ciddiyetle yapmaması üzerine Türkiye’de pek çok kişi ve siyasal grup sınır nöbeti tutmak için Suruç’a gitti. Uluslarası kamuoyunun da tepkileri üzerine Türkiye Kürdistan yönetiminin Kobanê’ye Türkiye toprakları üzerinden peşmerge göndermesine izin verdi. Bu arada çeşitli ülkelerin meydana getirdiği koalisyon güçleri de havadan IŞİD’e saldırı başlattı.
YPG/YPJ’nin etkili direnişiyle 2015 yılının ilk aylarında IŞİD sokak sokak çatışmaların yaşandığı Kobanê’den tamamen çıkarıldı.
Yılın ifade özgürlüğü açısından en sorunlu alanı internet oldu. Gezi Parkı eylemleri döneminden bu yana internet özgürlüğünü sorgulayan hükümet nihayet yolsuzluk operasyonları sonrasında internette yeni düzenlemeler içeren yasaları TBMM’den geçirdi.
Fakat 2 Ekim 2014’te Anayasa Mahkemesi, TİB’in “millî güvenlik”, “kamu düzeninin korunması” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenlerle ve “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” bir internet sitesini 4 saat içinde kapatma yetkisini Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal ederek “sansür” iddialarını bir süreliğine de olsa öteledi.
Bu arada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da 17 Ekim 2014’te aldığı kararla yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında şüpheli duruma düşen herkes için takipsizlik kararı verdi Karar soruşturma dosyasına konu olan ve internette yayılan tüm ses kayıtlarının TBMM’nin konuyu soruşturan komisyonu tarafından imha edilmesine karar vermesine de yol açtı.
Tüm bu bilgiler ışığında umarız 2015 yılı, yaşam hakkına ve işkence görmeme yasağına hem dışarıdaki özgür insanlar hem de özgürlüğünden çeşitli nedenlerle alıkonmuş insanlar açısından saygı duyulduğu, basına, internete, düşünce ve ifade özgürlüğüne hiçbir mecrada müdahale edilmediği ve bunun meydanlarda da kullanılabildiği, biber gazının ve elbette rüşvet ile yolsuzluğun yaşantımızdan çıktığı bir yıl olur.