3 Ocak 2008
2007, Türkiye açısından sonraki yıllarda birçok açıdan milat olarak değerlendirilebilecek önemli politik, sosyal ve insan hakları gündemini meşgul eden gelişmelerin yaşandığı bir yıl olma özelliği göstermektedir. Bu gelişmeleri kısaca sıralamak gerekirse;
Avrupa Birliği kriterlerine uyum amacıyla insan hakları alanında yapılmaya çalışılan göreli ve kısmi iyileşmelerde bir duraklama söz konusudur. Hatta geri dönüş anlamına gelen bir çok yeni hukuki düzenlemeler yapılmıştır. 2006 yılında kabul edilen Terörle Mücadele Yasası ile 2007 yılındaki Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (PVSK) bazı maddelerinde değişiklik yapan 5681 sayılı yasa bunların en belli başlılarını oluşturmaktadır. Özellikle geçen Haziranda kamuoyu ilgisinin genel seçimlere kilitlendiği koşullarda, TBMM’nin kendi iç prosedürlerine ve teamüllerine dahi uyulmadan alelacele çıkarılan 5681 sayılı yasayla birlikte hak ihlallerinde ciddi bir tırmanma görülmüştür.
Türkiye’nin dünyanın 17. büyük ekonomisi haline gelmesine karşın hükümetin özellikle 2007 de yoğunlaşan neo-liberal ekonomi politikaları sonucu bir yandan sosyal devlet anlayışından uzaklaşılırken diğer yandan yoksulluk ve işsizlik oranlarında ciddi artışlar olmuştur. Bu durum, özellikle tüketim vd. arzuları kışkırtılan fakat atomize edilerek yalnızlaşan, tutamaksızlaşan geniş kitlelerde hoşnutsuzluk, öfke ve güvensizliği arttırarak milliyetçiliğe yönelmelerine ve şiddet eğilimli bir ortama yol açmaktadır.
Diğer yandan 2007 de cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle daha da tırmanan hükümet ile ordu arasındaki gerilimin bir sonucu olarak ordunun siyasal yaşama milliyetçiliği körükleyen, otoriter eğilimlere taban yaratmaya yönelik müdahaleleri de bu şiddet ortamını beslemektedir.
Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yollar ile bir türlü çözümlenememesi ve yeniden başlayan çatışma ve operasyonlar, Türk milliyetçiliğinin hegemonyasını güçlendirmekte, şiddettin daha da yaygınlaşmasına ve insan hakları ihlallerine elverişli bir zemin yaratmaktadır.
Milliyetçi kampanyaların aktif katılımcısı olan orta ve alt sınıflar arasında, Rahip Santoro, Hrant Dink, Malatya’da üç Hıristiyan’ın öldürülmesi olaylarında ve muhaliflere, Kürtlere yönelik linç benzeri toplu saldırılarda görüldüğü gibi sembolik olmaktan çıkarak kıyıcılaşabilecek bir saldırganlık potansiyeli alttan alta kaynamaktadır.
Bu kaygı verici siyasal ve sosyal gelişmeler, ülkede bir yandan başta yaşam hakkı, işkence yasağı, düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere ciddi insan hakları ihlallerine, diğer yandan insan hakları duyarlılığında ciddi bir aşınmaya yol açmaktadır. Ülkede resmi ve sivil geniş toplumsal kesimlere egemen olan otoriter, ayrımcı ve ırkçı zihniyet, muhalif siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine, bilim insanlarından insan hakları savunucularına kadar herkes için, kısacası tüm demokratik yaşamımız için yok edici bir tehdit haline gelmiştir.
Bu koşullara rağmen Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), yürütmekte olduğu temel proje ve çalışmalarına inanç ve umutla devam etmektedir.
TİHV, 2007 yılında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı için başvuran toplam 450 kişiye tedavi ve rehabilitasyon hizmeti sunmuştur. Bu kişilerin 314’ü aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
TİHV diğer yandan işkencenin önlenmesi yönündeki çalışmalarına da devam etmiştir. TİHV’nin bu bağlamda yürüttüğü çalışmalardan biri, işkenceyle mücadelede çok önemli bir dayanak olan Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Seçmeli Protokolü’nün (OPCAT) TBBM tarafından ivedilikle onaylanarak uygulamaya konulması yönündeki kampanyadır. Bu kampanya çerçevesinde hükümete, parlamentoya, basına ve kamuoyuna yönelik çeşitli bilgilendirici ve harekete geçirici faaliyetler gerçekleştirilmiştir.
Keza işkencenin önlenmesi yönündeki bir diğer çalışma ise “İşkencenin Önlenmesi” projesidir. Bu çalışma çerçevesinde belgelendirme, hukuki danışmanlık, uluslararası önleme mekanizmalarının tanıtılması, eğitim vb. faaliyetler yürütülmektedir.
Ayrıca TİHV, ana projelerinden biri olan dokümantasyon çalışmalarını 2007’de de sürdürerek günü gününe ülkedeki gelişmeleri izlemiş, başta işkence olmak üzere insan hakları ihlalleri, demokrasi ve barış konularında yaşanan olumsuzluklara dair basın açıklamaları yaparak kamuoyunu bilgilendirip, yetkilileri uyarmaya çalışmıştır.
Bu bağlamda yaptığı açıklamalar ile TİHV, yukarıda sözü edilen “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu”nda değişiklik yapan yasanın TBMM’den çıkmaması, daha sonra yasanın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmaması için yoğun çaba harcamıştır. Yasanın yürürlüğü girmesinden sonra da uygulamayı yakından izleyerek sonuçlarını yetkililere ve kamuoyuna göstermeye çalışmıştır.
Yine bu bağlamda TİHV’nin yaptığı, Genelkurmay Başkanlığının 28 Nisan 2007’deki e-muhtırasına karşı insan hakları ve demokrasiyi savunan, yoğunlaşan çatışma ve operasyonlara karşı ise tırmanan şiddeti eleştirip barış taleplerini öne çıkaran açıklamalar yapmıştır.
Yıl boyunca işkence yasağı, düşünce ve ifade özgürlüğü ihlallerine yönelik çeşitli davaların yanı sıra Hrant Dink ile Malatya’da öldürülen üç Hıristiyan’ın davaları izlenmiştir.
İnsan hakları ve demokrasi mücadelesinde eğitimi önemli bir faktör olarak değerlendiren TİHV, 2007’de yurtiçinde ve yurtdışında bu yönde çalışmalarını sürdürmüştür:
Yurtdışında IRCT ile birlikte yürütülen İstanbul Protokolü Uluslararası Eğitimi Projesi çerçevesinde bu yıl Gürcistan ve Mısır’ da eğitimler gerçekleştirildi.
Yurtiçinde ise İşkencenin Önlenmesi Projesi çerçevesinde yapılan eğitimlerin yanı sıra BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile işbirliği içinde işkence görmüş mültecilerle görüşme yapan personelin eğitimi gerçekleştirildi.
Ayrıca İnsan Hakları Derneği ile birlikte yapılan Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı’nın dokuzuncusu bu yıl Hrant Dink’e ithaf edildi. İnsan hakları savunucuları ile akademik ve düşünsel birikimin taşıyıcılarını bir araya getirerek insan hakları konularında kavramsal açıklık ve düşünsel zenginlik ve yeni politikaların üretimini amaçlayan bu konferansta bu yıl, Otoriter yönelimlerde, insan hakları ihlallerinde görülen tırmanma, Düşünce ve ifade özgürlüğü, Milliyetçilik ve ırkçılık; Hınç ve linç pratikleri ve bunları besleyen hukuksal, ekonomik ve sosyal kaynaklar gibi konular ele alındı.
Yılın son ayında ise Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Ruhsal Travma Birimi; İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Psikososyal Travma Programı; Türkiye Psikiyatri Derneği Afet Psikiyatrisi Birimi; Türk Tabipleri Birliği ve Norveç Tabipleri Birliği İle ortaklaşa uluslararası V. Travma Günleri Sempozyumu gerçekleştirildi.
Yine yılın son ayında İşkence Kurbanları için Uluslararası Rehabilitasyon Konseyi’nin (IRCT) Konsey toplantısına İstanbul’da ev sahipliği yapan TİHV, yıl boyunca çeşitli uluslar arası toplantılara aktif katılım sağladı.
Sonuç olarak yılın bitimine az kala TSK’nın gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlar ile ülkede ve bölgede kaygı verici yeni bir sürece girilmiştir. Bu sürecin nereye doğru evrileceğini kestirebilmek henüz hiç kimse için mümkün değil. Ama şurası bir gerçek ki Türkiye, kapsamlı, acil ve tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla örülecek bir toplumsal barışa en fazla gereksinimi olan bir dönem yaşamaktadır. Barış ise ancak şiddetin geriletildiği, ötekinin varlığına ve insan haklarına saygı ve duyarlılığın güçlendiği, demokratikleşmenin sağlandığı koşularda tesis edilebilecektir. TİHV, bu hedefin bir gün mutlaka gerçekleşebileceğine olan umudu ve inancıyla, çalışmalarını ve mücadelesini sürdürmektedir. Umut ve inancı besleyen ise çalışmalarını yürütürken birlikte hareket ettiği ya da varlıklarını hep yanında hissettiği dostlarından aldığı güçlü destek ve dayanışma duygularıdır. Yeni yılın Türkiye’ye ve tüm dünyaya barış, demokrasi, kardeşlik ve sevgi getirmesi dileği ile….
Yavuz Önen
TİHV Yönetim